30 Kasım 2011 Çarşamba
Gerçek Kesit #1
21 Kasım 2011 Pazartesi
Düğünde bana atılan parayı çaktırmadan cebime soktum!
Blog yazılarıma şöyle bir göz gezdireyim dedim fakat bir de ne göreyim. Hahaha. Olmadı lan bu benim giriş tarzım değil. Düğünler… Neydi düğünler? Niçin vardı? İlk düğün M.Ö 214 yılında… Yok abi bu da olmuyor. Ben en iyisi konuya direkt atlayım: Hop…
Düğünler… Bir çocuk için düğünler kaçırılamayacak fırsatlardı. Düğünün olacağını duyan çocuğun günler öncesinden içini heyecan kaplardı. Neler vardı peki düğünlerde? Öncelikle dandik markalı bir meyve suyu vardı. Ne kadar yenirse düğünün o kadar güzel geçtiğine inanılan düğün pastası vardı. Fakirliğin toplumsal simgesi olan naylon içerisindeki kuru yemiş vardı. Sahnede koşturmaca vardı. Anneden gizli düğün salonun dışında yapılan küçük kaçamaklar vardı.
Anne için ise önemli olan sahneyi en güzel açıyla karşısına alabilmekti. Bunun için düğüne ne kadar erken gidilirse, o da olmadı düğüne erken giden birisine yer tutturulursa kârdı. Düğün boyunca “Anneaaa mısır alcam ben para ver. Aneeaaaa cips alcaz biz para ver.” diyen çocuğa karşı annenin düğün boyunca süren denge politikasının evde böl-parçala-yönete doğru kayması muhtemeldi. Anne için diğer önemli bir şey ise nikah şekeri idi. O şekerleri yemezdi anne. Çocuğuna da yedirmezdi. Eve gider, vitrine koyardı. Senelerce orada dururdu o şeker. Aynı anne düğünün davetiyesini de senelerce saklardı, affetmezdi.
Baba için ise düğün daha çok gürültüden ibaretti. Baba arada bir salona girer, dans etmek gerekiyorsa dansını eder, çiftetelli oynamak gerekiyorsa çiftetellisini oynardı. Babanın yeri düğün salonunun önüydü. Bilemedin civardaki en yakın meyhane idi.
Düğünlerde bir diğer dikkat çeken olay ise sahneye atılan paraları toplayan elemanlardı. Eminim bir göz doktoruna götürülse bu elemanlar “İnsan değil lan bunlar.” diyen doktor mesleğe küserdi. Onlar sahnenin dört bir köşesine yayılmış paraları tek tek görür ve gider toplardı. Çocuklar bu elemanlara düşmandı ve birkaç banknotu cebe indirebilirlerse arkadaş ortamında anlatacak güzel şeyleri olurdu. “Oğlum akşam düğünde bana atılan parayı çaktırmadan cebime soktum lan eueheuhe.” gibi.
Düğünlerin en kritik noktalarından birisi de kamera idi. Kamera “Naciye ne takmış? Aaaa şuna bak bi yirmilik takıp gitmiş. Hâlbuki biz çeyrek takmıştık.” yorumlarına sebebiyet veren bir cihazdı düğün boyutunda. Tabii ki kameranın kendisini çektiğini fark eden insanların ne hâllere büründüğüne hiç girmiyorum bile. Çeyrek falan demişken takı merasimi düğünden ilk kalkış fırsatı idi. Takı merasiminden sonra salonun yarısı boşalırdı nerdeyse. Çünkü Naciye teyze, çünkü Dürdane teyze görevini yapmıştı ve takmıştı. İşi uzatmanın anlamı yoktu.
Düğünlerin en eğlenceli kısmı ise sonları idi. Sonlara akrabalar ve yakın aile dostları kalırdı genelde. Halaylar bu aşamada hız, düğün sonu fotoğrafları ise anlam kazanırdı…
Sanırım yazının uzamaması adına böyle tadında kesmek güzel olur. Bilirim gün geçtikçe düğünlere gitmek işkence hâline gelir. Onlar biliyorlar da mı oynuyorlar sanki? Gelin hanımın kardeşlerini sahneye alıyorlar bak. Hey Damat! Sen kiminle dans ettiğini sanıyorsun? Çocukları pistten alalım mı? Sandalye yetmedi dışarıdan getirelim mi? Ha bu arada her şeyi geçtim de acaba içkili miymiş düğün?
20 Ekim 2011 Perşembe
Atanamayan Öğretmenler
9 Ekim 2011 Pazar
Nermin teyze

1 Eylül 2011 Perşembe
Bir Bayram Hikâyesi

Şimdi yazdığım bayram tweetlerinin de toplamı mahiyetinde olan bu yazıma başlarken tekrardan bayramınızı en içten dileklerimle kutluyorum.
30 Ağustos 2011 Salı
Muzlu Puding

Şimdi bir şey anlatıcam. Bu benim en samimi hâllerimden birisi olacak. Şu an moralim nasıl bozuk nasıl bozuk anlatamam. Az önce markete gittim. Canım nasıl muzlu puding çekti görünce. Gittim aldım hemen. Eve geldim. Neyse sütü koydum, pudingi döktüm içine ve karıştırmaya başladım. Şöyle bir kokusunu alayım dedim, daha yeni döktüğüm için kokusu gelmedi pek burnuma. Biraz ısınsın kokmaya başlar dedim. Benim düşüncelerimin aksine kokmamakta ısrar etti. Sonra bir daha kokladım. "Yok abi muz falan kokmuyor lan bu". Paket ters duruyordu. Bir çevirdim, üzerinde eşşek kadar "VANİLYA" yazdığını gördüm ve karıştırmaya devam ettim.
23 Temmuz 2011 Cumartesi
Amy Winehouse Ölmüş Lan

Random güler misin sevgilim
Arkasını bana dönmüştü. Son söylediği “Artık senden hiçbir şey duymak istemiyorum.” cümlesi kulağımda yankılanıyordu. Ne diyeceğimi bilemiyordum. İşleri daha da kötüye sürükleyeceğimden korkuyordum aslında. Ve işte tam o anda aklıma bir şey geldi. “Random gülelim mi sevgilim, random?” dedim. Sesim odada yankılanıyordu sanki “Ran-ran-ran-dom-dom-dom…” Hâlâ konuşmuyordu ve hâlâ arkası dönüktü bana. İçimden “Konuşsana artık Allah’ın cezası.” diyordum ki bir anda kafasını bana doğru çevirdi ve “asadşlksadfşlkjda” dedi. O anda ne yapacağımı şaşırmıştım ve ağzımdan sadece şunlar döküldü: ”jkdfsklsjskldfjsdkla” Yanıma geldi daha sonra. Ona sarıldım. Sanki ona sarılınca her şey boşmuş gibi geliyordu. Tek gerçeğin o olduğunu düşünüyordum. “dfskl şdskfdsş saddas?” diye sordu. “adslişadsliad” dedim. Hoşuna gitmiş olacak ki daha bir sıkı sarıldı bana. Tam olarak hatırlamıyorum ama dakikalarca öyle kaldık. Bu güzelliği bozan telefonun sesiydi. Telefonu açtım. Arayan en yakın arkadaşım Serkan’dı. Ne yaptığımı sordu. Ortamın ağzına sıçtığını söyledim ve kapatırken “salaksalaksalaksalak” diye de ekledim. Telefonu kapattıktan hemen sonra zil çaldı bu sefer. Kapıyı açtım. Kapıcı Remzi abi çöpleri almaya gelmişti. Evde olmadığımı sandığını söyledi ve “hahahaha” diye güldü. Remzi abiye saçmalamaması gerektiğini ve random güldüğümüzü söyledim. Biraz bozuldu ama zorla da olsa “adsşlkadsşladskşla” dedi ve gitti.
18 Temmuz 2011 Pazartesi
Zengin Olmak Çok Parası Olmak Değildir
“Zengin: Parası, malı çok olan, varlıklı, fakir karşıtı.” TDK böyle diyor günümüzde. Paran çok olacak ya da bok olacak. Küçükken neydi peki zengin olmak? Yazıyı yazmadan önce 8 yaşındaki yeğenimi çağırıp sordum “Kimler zengindir lan?” diye “Doktorlar, iş adamları.” diye cevap verdi. “Neleri vardır bunların?” dedim. “Paraları, pulları, evleri, arabaları vardır.” dedi. Haklı çocuk, doğru da söylüyor fakat bence küçükken öyle değildi zengin olmak.


Biz küçükken bilgisayarlar yaygın değildi bu kadar. Bilgisayarı olan eve gittiğimizde ne yapacağımızı şaşırırdık. Biz ataride Soccer, Tsubasa oynayarak sahayı baştan sona 30 dakikada katederken adamlar çatır çatır Fifa 97 oynuyordu. Biz de belki onların evine gideriz de onlar oynarken hız tuşuna basarız diye bekliyoduk. Neticede onlar zengindi abi.
OKUYUCU YORUMLARINDAN EKLENENLER








Işıklı spor ayakkabısı olanlar
13 Temmuz 2011 Çarşamba
Özür Dilerim Sümbül Teyze

Efendim birçoğunuz biliyor ki benim adım Emre. Emre isminin anlamını merak ediyorsanız söyleyeyim. Emre âşık, sevgili, müptela anlamlarına gelen bir isim. Kökenine inmek gerekirse eğer "amramak" yani "sevmek" fiiline gidiyoruz. Amrak da "sevgili, âşık" anlamlarıyla karşımıza çıkıyor. Tabii bizim bu isimler sürekli değişe değişe geldiği için amrak da yamrak, amrag, emrak evrelerini atlatmış Emre olana dek. Yani birisi yamrak evresinden sonra "Buna bundan sonra yarrak diyelim lan." dese şu an bu yazıyı yazmak yerine ağlıyo olurdum herhâlde.
6 Temmuz 2011 Çarşamba
Fark etmez

Ben bundan sonra hep Fenerli olucam

Mahallemizde bir Yunus amca vardı küçükken. Ben sokakta oynarken "Emre hangi takımı tutuyorsun?" diye sorduğunda "Fener." derdim her seferinde ve her seferinde eve dönüşte bana bakkaldan bir şey alırdı. Tek bir şartı vardı: Cimbomlu olacakmışım. 5 yaşlarında idim. Kabul ederdim Yunus amcanın teklifini. Eve gittiğimde suçumu bildiğim için sessizce otururdum. Konuşamazdım bile. En sonunda biri dayanamaz sorardı "Noldu?" diye. Ben de söylerdim "Ben Cimbomlu oldum." diye. Sonra abim döverdi beni. Yarın yine Fenerli olurdum.
2 Temmuz 2011 Cumartesi
Küçükken

16 Haziran 2011 Perşembe
Blogum

İnternet'te kendimi evimde hissettiğim tek yer burası. Blogspot. Yazdıklarım ciddi çünkü burada. Yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan şeyler. Gerçek olan ya da gerçek olabilecek şeyler. Twitter'da da yazıyoruz ama çoğu zaman komik olacağız diye saçmalıyoruz. Burada tek başınasın.Burda kankalar, kardeşler yok. DM yok. RT yok. Yazılanlar okunuyor büyük ihtimalle ama yorum yapan pek yok. Bu da insanı rahatlatıyor bence sanılanın aksine. Buradan uzun bir süre ayrı kaldım. Şimdilerde yeniden burdayım. Hatta sık sık burdayım. Hatta pek pek burdayım.
Yeri gelmemişken bir iki şey söyleyeyim... Kütüphaneler çok güzel yerler dostlar. Gidin bir bakın. Cidden çok güzel yerler. Ders çalışmayın, kitap okumayın isterseniz ama gidin bir kokusunu alın. Sonra tekerleklibavul dediydi dersiniz. Geç tanıştım ben kütüphanelerle. İlk kez sebepsiz yere bir kütüphaneye gittiğimde Nazım Hikmet'in kitabını bitirdim. Bütün şiirlerini art arda okudum. Nazım Hikmet'i sevdim ben kütüphanelerde. Bugünlerde ders çalışmak bahanesiyle gidiyorum her gün. Oturup odama kapanıp da çalışabilirdim ama aldım bir kere kütüphanelerin tadını. İşte böyle, bu yazdıklarımı da neden yazdım bilmiyorum ama yazasım geldi amk. Takmayın kafanıza... Burdayım bundan sonra... Ha bir de yazıyı okuduysan sağ üstteki "İzle"ye de basarsın artık...
Nikon D200'cük
