24 Mayıs 2013 Cuma

Bir fenomen hikâyesi: Sinek

Birlikte geçirdiğimiz altıncı günün akşamında yazıyorum bu yazıyı. İlk iki gün pek önemsemedim aslında seni. Diğerleri gibi gelip geçicisindir herhâlde diye düşündüm. Sonradan anladım işin ciddiyetini. Üçüncü gün geldin bilgisayar ekranımın ortasına kondun. Elimle şöyle istiklal marşını yönetir gibi hareket yapınca gittin. Aradan çok geçmeden yine geldin kondun ekranıma. Ben yine seni aynı hareketle püskürttüm. Hayır kamerada açık. Daha sevgilim olamamış insan karşısında komik duruma düşüyordum. Üçüncü kez bilgisayara geldiğinde geçtin kameranın üzerine. Sevgilim olacak kadın "Napıyosun ya?" dedi. Bildiğin ekranın bir bölümünü kararttın. Sadece üst tarafımdaki duvar görünüyordu. Şakalaşıyorum sandı beni. Baktım kendisi de kendi kamerasının yarısını kararttı. Sonra çekti parmağını. Ama sen hâlâ benim kameramın üzerindeydin. Ellemedim bu sefer sana. Ya benim bir işim var diyerek kamerayı kendim görülmeden kapattım. Ben kamerayı kapattığım anda çekildin kameranın üzerinden ve odada dolaşmaya başladın. Sanırım sevinç çığlıklarını duyar gibi oldum. Sonra geldin klavyeye kondun. Ellerim klavyenin üzerindeyken klavyeye konman şaşırtmıştı beni. Sana dokundum dokundum ama kaçmadın. Ellerimi çektim klavyenin üzerinden. Harflerin üzerine geldin ve harften harfe uçmaya başladın. Bana bir şey anlatmak istediğini anladım. K-O-M-İ-K-V-İ-D-E-O-A-Ç-S-A-N-A. Şaşırdım baya bi. Hayatımda ilk kez bir sinekle konuşuyordum. Hatta yazışıyordum. Neyse girdim Youtube'a. Aklıma ilk olarak "Mumdan çıkmış yangın" videosu geldi. Açtım. Uçup omzuma kondun. Birlikte izledik bitirdik. Sonra tekrar klavyeye uçtun ve K-E-D-İ-V-İ-D-E-O-S-U dedin. Ben de Güllü'nün şarkısında efkarlı efkarlı yatağa oturmuş kedi videosunu açtım. Hoşuna gitmiş olacak ki kanatlarını çırptın defalarca. Ardından "Davut diyen kedi" videosunu açtım. O sıradaki ufkumda bir Güneş parladı. "Lan dedim Davut diyen kedi var, Allah diyen karga var, kanatlarıyla ilahi melodisi yapan sinek neden olmasın?" Beni anladığından da pek emin değildim. Dayanamadım sordum "Dilimizi biliyor musun?" dedim. Klavyede uçmaya başladın yine "E-H-E-R-H-A-L-D-E-A-M-K" Küfür etmen biraz hoşuma gitmedi ama sana çaktırmadım. Youtube'a "Sordum Sarı Çiçeğe" yazdım ve çalmaya başladı. Kanatlarınla bunun melodisini yapmanı istedim. Uğraştın baya bi fakat bi boka benzemedi. Neyse işte dördüncü gün çalıştık, beşinci gün çalıştık ve altıncı gündeyiz işte şu anda. Sen hâlâ beceremiyorsun bu işi. Hayır yaptığın olay zaten inanılmaz bir şey ama ben de hırs yaptım iyice. Kusura bakma. Ama gittikçe bir şeye benzemeye başlıyor. Belki senin de ruhunda müzisyenlik yoktur benim gibi. Ama dedim ya hırs yaptım ben. Birlikte başarıcaz bunu. Upload'umuzu yapıcaz "İlahi melodisi çıkartan sinek" diye. Viewsleri dağıtıcaz. Fenomen olucaz kardeşim. Fenomen olucaz.

17 Mayıs 2013 Cuma

Biz çok farklıymışız

Erken buluştuğumuz günler yapacak bir şey bulamadığımız için birbirimize sardığımızı bildiğimiz hâlde bugün de erken buluştuk. “Karnın aç mı?” dedim. “Eh biraz aç.” dedi. “Sen ye, ben seni kapıda beklerim.” dedim. Gülmedi. Leman’a gittik beraber. En azından o yemeğini yerken ben masadaki karikatürleri falan okurum diye biraz sevindim içimden. Menü geldi. Sevdiceğim mantarlı soya soslu tavuklu Metin Ali Feyyazlı bi şeyler istedi. “Sen yemiyo musun?” diye sordu. Ben çıkmadan yediğimi söyledim. Hatta keşke söyleseydin de bi şey yemezdim, birlikte yerdik de, dedim. Neyse biliyorum ki gelecek olan yemeğin yarısından fazlasını ben yiyeceğim. Hâl böyleyken niye buraya geliyoruz ki aslında? Köşedeki dönerciden çeyrek döner yese doyacak olan sevgilim, benim bile doyacağım bir yemek sipariş ediyor. “Yemekten sonra napıyoruz?” diye sordu. Nasıl boşluğuma geldiyse “Sen bilirsin.” dedim. İşte o anda Kim Milyoner Olmak İster’deki sürenin sonuna geldiğimizi belirten ses çaldı beynimde. Hiç sevmezdi “Sen bilirsin.” lafını. Söylediğim anda söze muteakiben gelecek olan “ha siktir ya” temalı kafa sallayış, surat asma, “Aşkım noldu aşkım noldu?” sorularından sonra büyük patlayışın gelmesi kaçınılmazdı. Önümde sen bilirsini ortama yedirecek olan bir hareket yapmam için saniyeler hatta saliseler vardı. Ve ben saçmaladım. “Sen bilirsin. Ben bilirim. Biz biliriz. Onlar yanlış biliyor. Kimsenin suçu değil bu. Onun suçu değil bu…” falan derken. “Ya aşkım biliyo musun Candan Erçetin Galatasaray Lisesi’nde müzik öğretmeniymiş. O kadın nasıl öyle bembeyaz ya. Hiç Güneş’e çıkmıyor galiba. Düşünsene Candan’ı yanmış şekilde. Kimse ciddiye almaz bence.” diye devam ederken ben “Ne diyosun Emre sen ya?” diye sordu. “Diyorum ki burdan sonra Hacettepe’ye gidelim. Halı sahanın yanındaki tepeye çıkarız. İki de bira alırız.” diye kurtardım durumu. Böylelikle bir sen bilirsin hatasını daha başarıyla püskürtmüştüm.

Tepeye geldiğimizde yağmur başladı hafiften. “Zürriyetini sikeyim dünya.” diye küfür edince sevgilim suratıma garip garip baktı. 2 aylık sevgili bakışıydı bu. Neyse yağmur dindi hemen. “Görüyo musun aşkım, görüyo musun? Bak küfrü yiyince nasıl kesildi hemen.” diyerek kapanmış konuyu yine piyasaya sürdüm. Kafasını kucağıma koydu. O şekilde birasını içmeye çalışırken “Kalk kalk. Öyle içilir mi bira? Boğazına kaçırcan.” dedim. Hiçbir şey demeden kalktı oturdu yanıma. 5-10 dakika konuşmadan durduk öyle. Sessizliği bozan “Biz çok farklıyız. Biliyorsun bunu değil mi Emre?” sözü oldu. Şimdi bunu neden diyo acaba diye düşünürdüm ama soru şeklinde geldiği için buna pek vakit yoktu. “Leyla ile Mecnun da farklıydı hayatım. Adem ile Havva da farklıydı. Kerem ile Aslı. Safiye ile Faik. Högh ile Uche. Yani birlikte olmak için aynı olmak gerekmiyor. Senin sevdiklerini ben severim zamanla. Benim sevdiklerimi sen seversin. Beni beğeneni ben ben beğenmem. Benim beğendiğim ise benim beğenmez yani. Alakası yok bunun ama anlamışsındır yani sen beni.” falan derken ben hemen ilişkimizi savunmaya geçmiştim. Sanki “Ayrılmamız gerekiyor.” demişti de yurdumu alçaklara uğratmamak için elimden geleni yapıyordum. “Nerden çıktı şimdi bu?” dedim. 2 aydır düşündüğü bir şey olduğunu söyledi. Bana söylemeye çekiniyormuş. Yanlış anlayacağımdan korkuyormuş. Beni çok seviyormuş. Ölene dek benimle olmak istiyormuş. Hayat onu yormuş. Bundan sonra başka bir ilişkiye cesaret edecek gücü yokmuş. Ben sonmuşum falan derken “Afiyet olsun gençler.” dedi biri arkadan. Kafayı çevirdim ama nasıl bi tırsıyorum kim amk bu diye. Bi baktım güvenlikçi. “Gençler burada alkol almak yasak yalnız dedi.” Adamı şöyle bi tarttım “Abi biz burdan almadık zaten. Kızılay’dan aldık.” diye espri yapsam ağzıma sıçarmış gibi geldi. “Abi biz hep içiyorduk burada. Saim abi vardı güvenlikte. İzin veriyordu o.” dedim. Saim abinin eşinin doğum yaptığını söyledi. İzinliymiş 10 gün. Çocukları kız olmuş. Adam olaydan koptu bize Saim abinin mutlu yuvasının sırlarını falan anlatmaya başladı. İçimden “Lan bu adam Saim abiye âşık galiba.” dedim çünkü olayları öyle bir nikahına beni çağır sevgilim modunda anlatıyordu ki bi ağlamadığı kalmıştı. “Gel abi gel çek bi fırt.” dedim adama olayın gazıyla. Kabul etmedi teklifimi ama orada içmemize de bir şey demedi. Giderken de “Bakın gençler. Birbirinizin kıymetini bilin. Benim sizin yaşınızdayken sevdiğim bir kız vardı. Bana abi dedi. Ayrıldık.” dedi. O anda adama bir daha dikkatlice baktım ve adamın Bilal Göregen olduğunu fark ettim. Yayaya yakşamlar deyip yanımızdan ayrıldı. Sevgilim de tanımıştı onu. Bunu bakışlarından anlamıştım fakat konu hakkında hiç konuşmadık. O hâlâ farklı olduğumuz konusuna takılmıştı muhtemelen.

Telefonumu çıkardım. Facebook’u açtığımda ilkokuldan arkadaşım Mehmet durumunu güncellemişti “Aşk kendinden bir tane daha yaratma çabasıdır.” diyordu. “Oha amk süper zamanlama Mehmet.” dedim içimden. Kasap olan Mehmet bütün gün inek resimleri paylaşırken şu yaptığı mükemmelliğin ötesiydi. Ona gösterdim hemen “Bak gördün mü yani farklı kişilerin birbirine benzemesidir aşk.” dedim. Yaratmanın Allah’a mahsus olduğunu söyledi bunun üzerine sevgilim. Herhâlde Bilal’in etkisi diye düşündüm tüm bunlar. Bu sırada biralarımız bitmişti. “Hadi kalkalım.” dedi. “Napıcaz?” dedim. “Öyle yüreyelim de yürürken aklıma gelir bi şeyler.” dedi. “PES atalım mı?” dedim. “Sen bilirsin.” dedi. “Bilirim.” dedim. Elini daha sıkı tuttum.

14 Mayıs 2013 Salı

Fabrika

Her sabah servisi beklediği yere varmasına 100 metreden az kalmıştı. Uykusuna ayırdığı vaktin biraz daha fazla olması için evde kahvaltı yapmıyordu. Bu yüzden her sabah servis beklediği yerin karşısındaki fırından iki tane poğaça alıyordu. Poğaçalarını paylaşmak istemediği için eğer serviste yanına birisi oturursa poşetten hiç çıkarmıyor, işe başlamadan fabrikanın bir köşesinde yiyordu.

Servis yedi dakika gecikmişti. Durakta onunla birlikte servise binecek olan dört kişi daha vardı. Fabrika şehrin 20 kilometre dışındaydı. Servisin gecikmesi duraktaki diğer insanları rahatsız etmiyor gibi görünüyordu. Sonunda dayanamadı ve Arif’i aradı. Arif servise ondan beş dakika önce binen ve fabrikada neredeyse tek sevdiği adamdı. Arif telefonu açmadı. O sırada durakta bekleyen bir kadın “Servis bizi unuttu herhâlde.” dedi ve gülümsedi. Sezgin sesini çıkarmadı ve tebessüm etmekle yetindi. Kadın da telefonunu kurcalıyordu Sezgin gibi. Bir an kadının annesine ne kadar çok benzediğini fark etti. Gözünü kadından alamıyordu. Kadının hoşuna gitmiş olacak ki o da Sezgin’e bakıp gülümsüyordu. Servis gözüktü uzaktan. Duraktakiler yola doğru hareket etti. Sezgin olduğu yerdeydi hâlâ.

Binmedi o gün servise Sezgin. Arkasını döndü ve yürüdü. Kafasını çevirip servise baktı üç adımda bir. Servis kalkmadı. Köşeyi döndü. Telefonu çaldı. Arif arıyordu. Bu sefer de Sezgin onun telefonunu açmadı. Nereye gittiğini bilerek yürüdü bir süre. Sahile geldiğinde bir banka oturdu ve poğaçalarını yedi. Yanına bir köpek yaklaştı. Uzun süre bakıştılar. Sezgin dayanamadı. "Hoş geldin." dedi. Köpek de ona "Hoş bulduk." dedi. "A a am ama sen konuşuyorsun." dedi Sezgin. "Neden binmedin oğlum servise?" dedi köpek. "Sesesen nerden biliyosun?" diye sorduktan sonra Arif arkadan omuzlarına dokundu. "Şimdi söyle bakalım neden binmediğini." dedi. "Ne işin var burda. Sen neden binmedin asıl. Vardiya başlıcak birazdan. İş yerinde olman lazım." dedi Sezgin okuldan kaçıp babasına yakalanmış çocuk telaşında. Arif kendinden emin bir şekilde "Merak etme sen. Ayarladım ben fabrikayı. Seni dinliyorum şimdi" dedi. Bu noktadan sonra uzun süre sustular. Sessizliği bozan Sezgin oldu: "Benimle birlikte durağa binen bir kadın var." "Halide'yi mi diyosun?" diye atıldı Arif. "Adını bilmiyorum ki. Bildiğim tek şey anneme çok benzediği. İşte bu sabah bu benzerliği ilk kez fark ettim. Boğulduğumu hissettim. Daha fazla onunla aynı ortamda duramayacağımı hissettim." dedi. "O yüzden arkanı dönüp gittin yani." diye ekledi Arif.

Saat 11'e kadar orada oturdular. Birbirlerine bu hayatta yediremedikleri şeyleri anlattılar genelde. Sonunda Arif "Hadi yürü. İşe gidiyoruz. Öğleye kadar izin alabildim ikimize. Bari geç kalmayalım." dedi ve kalktılar. Sezgin "Sen gelmeseydin şu anda işsizdim muhtemelen." dedi. Arif de "Böyle uyuz uyuz yürürsek ikimiz o kutsal makama ulaşabiliriz." dedi ve adımlarını sıklaştırdı.