23 Temmuz 2011 Cumartesi

Amy Winehouse Ölmüş Lan





















Evet aldığımız son ölüm haberi sanırım bu. Ben bu kadını sadece medyadan takip ederdim. Ne yalan söyleyeyim belki oturup da anca bir kere dinlemişimdir kendilerini. Tam hatırlamıyorum. Genelde uyuşturucu haberleri, erkek arkadaşının görüntüleri, konser iptalleri ile gündeme geldi Türkiye'de. Şimdi de ölümü ile...

Ölüm haberini görünce bir haber sitesinde, Twitter'a bir girip bakayım dedim. İlk başlardaki "Amy Winehouse ölmüş lan." tweetlerini yakalayabildim yani. Bu tweetlerin hemen ardından testi tweetlerini bekledim. Allah'a şükürler olsun beni yanıltmadı tweetdaşlar. Durdum durdum "Lan kimse şehitlerle karşılaştırmadı bu ölümü." diye düşündüm ki hemen ardından geldi birkaç karşılaştırma tweetleri. Bunların içerisine serpiştirilmiş ölüm üzerinden espriler. Uyuşturucu üzerinden espriler. Bari ölümle ilgili espri yapmayın yakarışları. O'na diğer tarafta mutluluk dileyen güzel insanlar. Falan filan. Neyse ki "Amy Winehouse öldi mu? Issız acun kaldi mu..." tweetine rastlamadım. Bu yüzden biraz rahatım. Ohhh.

Benim anlamadığım hiç mi değişmez lan bir ortam. Hep mi aynı şeyler yaşanır? Yani tamam bunlar olabilecek şeyler ama sırası bile değişmiyor be birader. 27 yaşındaki kadın ölmüş. Ben bunu düşünüyorum saatlerdir. 27 yaşındaki bir kadın ölmüş lan. Hem de öldürülmemiş lan. Ölmüş lan. Ölü bulunmuş lan. Geri zekâlı mısın oğlum lan? 27 yaşında lan. Niye ölür 27 yaşındaki kadın lan? Neden lan? Niçin lan? Ne eksikti lan? Ne fazlaydı lan? Ben en iyisi biraz daha düşüneyim lan. Ne yapmaya çalıştığımızı anladığımda belki size dönerim lan.

Random güler misin sevgilim




















Arkasını bana dönmüştü. Son söylediği “Artık senden hiçbir şey duymak istemiyorum.” cümlesi kulağımda yankılanıyordu. Ne diyeceğimi bilemiyordum. İşleri daha da kötüye sürükleyeceğimden korkuyordum aslında. Ve işte tam o anda aklıma bir şey geldi. “Random gülelim mi sevgilim, random?” dedim. Sesim odada yankılanıyordu sanki “Ran-ran-ran-dom-dom-dom…” Hâlâ konuşmuyordu ve hâlâ arkası dönüktü bana. İçimden “Konuşsana artık Allah’ın cezası.” diyordum ki bir anda kafasını bana doğru çevirdi ve “asadşlksadfşlkjda” dedi. O anda ne yapacağımı şaşırmıştım ve ağzımdan sadece şunlar döküldü: ”jkdfsklsjskldfjsdkla” Yanıma geldi daha sonra. Ona sarıldım. Sanki ona sarılınca her şey boşmuş gibi geliyordu. Tek gerçeğin o olduğunu düşünüyordum. “dfskl şdskfdsş saddas?” diye sordu. “adslişadsliad” dedim. Hoşuna gitmiş olacak ki daha bir sıkı sarıldı bana. Tam olarak hatırlamıyorum ama dakikalarca öyle kaldık. Bu güzelliği bozan telefonun sesiydi. Telefonu açtım. Arayan en yakın arkadaşım Serkan’dı. Ne yaptığımı sordu. Ortamın ağzına sıçtığını söyledim ve kapatırken “salaksalaksalaksalak” diye de ekledim. Telefonu kapattıktan hemen sonra zil çaldı bu sefer. Kapıyı açtım. Kapıcı Remzi abi çöpleri almaya gelmişti. Evde olmadığımı sandığını söyledi ve “hahahaha” diye güldü. Remzi abiye saçmalamaması gerektiğini ve random güldüğümüzü söyledim. Biraz bozuldu ama zorla da olsa “adsşlkadsşladskşla” dedi ve gitti.
Onunla baş başa kalmıştık yine ama az önceki romantik ortam gitmişti sanki. Karnının aç olup olmadığını sordum. Açmış amına koyayım. Evde yiyecek hiçbir şey olmadığını söyledim utanıp sıkılarak ama dışarıdan sipariş verebileceğimizi söyledim. O da kabul etti. Telefonu elime aldım ve 4379834273948743289 numaralı yeri aradım, kimse açmadı. “Sayıları da random çevirdin hayatım.” dedi. Güldük ikimizde ldkasldklşkadksfjlasdlkjlkas. Hâlâ da gülüyoruz dlkadsşlkadsşladskş. Herhâlde bir ömür boyu da buna güleriz biz. Komik değil ama güleriz. Çünkü random gülmeyi seviyoruz bebeğim biz. dskşlşlaskasşlkdsaşlka.
*Bu yazı random gülüşe saygı amacıyla yazılmıştışladskdsalşadsjladk

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Zengin Olmak Çok Parası Olmak Değildir


“Zengin: Parası, malı çok olan, varlıklı, fakir karşıtı.” TDK böyle diyor günümüzde. Paran çok olacak ya da bok olacak. Küçükken neydi peki zengin olmak? Yazıyı yazmadan önce 8 yaşındaki yeğenimi çağırıp sordum “Kimler zengindir lan?” diye “Doktorlar, iş adamları.” diye cevap verdi. “Neleri vardır bunların?” dedim. “Paraları, pulları, evleri, arabaları vardır.” dedi. Haklı çocuk, doğru da söylüyor fakat bence küçükken öyle değildi zengin olmak.
 

 


Herkesin bildiği gibi bizim çocukluğumuzda zengin olmanın ilk şartı Pringles yemekti. Herkes yiyemezdi Pringles’ı. Normal insanlar nadir yerdi fakat zenginler 3 öğün Pringles yiyormuş gibi gelirdi. Şimdilerde bakıyorum da “Neden o zaman çok pahalıydı lan Pringles?” (Bkz: Magnum)
 


Hiç unutmuyorum bir gün anneme sormuştum “Anne Ali amcalar fakir mi?” diye. Annem de “Yok değil. Bizim gibi.” demişti fakat ben hâlâ kendi içimde onların fakir olduğunu düşünüyordum. Neden mi? Çünkü, kumandalarında azıcık tuş vardı. Evet. Ali amcaların kumandalarında az tuş var diye onlar fakirdi. Bunu hiçbir şey değiştiremezdi. İsterse villaları olsun, isterse limuzinlere binsinler onların kumandalarında az tuş vardı.
 


Biz küçükken bilgisayarlar yaygın değildi bu kadar. Bilgisayarı olan eve gittiğimizde ne yapacağımızı şaşırırdık. Biz ataride Soccer, Tsubasa oynayarak sahayı baştan sona 30 dakikada katederken adamlar çatır çatır Fifa 97 oynuyordu. Biz de belki onların evine gideriz de onlar oynarken hız tuşuna basarız diye bekliyoduk. Neticede onlar zengindi abi.


Bu neden böyledir bilemiyorum ama mavi saplı çatallar, kaşıklar, bıçaklar zenginliğin simgeleriymiş gibi gelirdi bana küçükken. Hatta ellerinde mavi saplı bıçaklar, kaşıklar, çatallar birbirleriyle şakalaşıyorlar, oynuyorlar…

İşte bu ve bunun gibi bir sürü şey vardı küçükken zengin olmanın ölçütü. Şimdi sizden bir şey isticem bu yazıyı okuyanlar Acaba sizin küçükken zenginlik ölçütünüz neydi bu yazıyı okuyanlar?

OKUYUCU YORUMLARINDAN EKLENENLER


Bianchi bisikleti olanlar
 

36'lı Monami pastel boyaya sahip olanlar


Doğan SLX'e binenler (Halkın genelinde Şahin varken)

 


LC Waikiki giyenler



Kivi yiyenler
 
Evinde 2. kata çıkan merdiveni olanlar
Furby'si olanlar
 

Siyah spor ayakkabısı olanlar
Action Man'i olanlar

Desenli peçeteye sahip olanlar
Metal kutuda Faber Castell boyaya sahip olanlar
 

Işıklı spor ayakkabısı olanlar
 
 
Yazın tatil için yazlıklarına gidenler
 
Amcası, halası, dayısı, teyzesi Almanya'dan çikolata getirenler
 
 
Barbie evi olanlar
 
Akülü arabası olanlar

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Özür Dilerim Sümbül Teyze




















Efendim birçoğunuz biliyor ki benim adım Emre. Emre isminin anlamını merak ediyorsanız söyleyeyim. Emre âşık, sevgili, müptela anlamlarına gelen bir isim. Kökenine inmek gerekirse eğer "amramak" yani "sevmek" fiiline gidiyoruz. Amrak da "sevgili, âşık" anlamlarıyla karşımıza çıkıyor. Tabii bizim bu isimler sürekli değişe değişe geldiği için amrak da yamrak, amrag, emrak evrelerini atlatmış Emre olana dek. Yani birisi yamrak evresinden sonra "Buna bundan sonra yarrak diyelim lan." dese şu an bu yazıyı yazmak yerine ağlıyo olurdum herhâlde.

Bu ismi bana buradan teşekkürlerimi sunduğum abim ve ablam koymuş fakat son ana kadar ismim Behlül olacakmış. Mahallemizin sözü dinlenen teyzelerinden Sümbül teyze "Kur'ân da geçiyor, Behlül koyun bence." demiş çünkü. Sonra son anda abim ve ablam karşı çıkmış, Emre olmuş adım. Fakat olay böyle değilmiş, bu hikâyeyi ben nasıl uydurdum hâlâ düşünüyorum. Senelerdir hep kendimi kandırmışım. Bugün gerçekleri öğrendim işte. Aslında Behlül ismini annem koymak istemiş fakat Sümbül Teyze "Bizim bi tanıdığın ismi Behlül, öyle isim mi olur yahu." demiş ve annemi kararından vazgeçirmeye çalışmış. Ayrıca Behlül ismi Anadolu'da Veli'den sonra koyunlara en çok koyulan isimlerden biri. "Behlül ismi ile yaşanır mı?" diye düşünüyor insan, hele ki 2010 yılında yaşanır mıydı?

Neyse bu yazıyı yazmamın amacı ne Emre isminin anlamından bahsetmek, ne kökeninden bahsetmek, ne ablama, abime teşekkür etmekti. Bu yazının tek amacı senelerce suçladığım Sümbül teyzeden özür dilemekti. Herkesin önünde senden özür dilerim Sümbül teyze. Duydum ki yaşıyormuşsun. Allah uzun ömürler versin sana Sümbül teyze.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Fark etmez

















Sanırım bundan tam bir sene önceydi. Fırına gitmiştim ekmek almak için. Benden önce 10-11 yaşlarında bir çocuk vardı bir şeyler alan. Üstü başı kir içindeydi. Büyük ihtimalle yakın çevrede inşaatta ya da boyacının yanında çalışıyordu. Çocuk "İki tane gözleme verir misiniz?" dedi. Fırıncı kadın sordu "Neyli olsun?" diye. Çocuk tek kelimeyle açıkladı olayı "Fark etmez."

Ben o sırada içimden tekrarlamaya başladım "Fark etmez dedi lan. Fark etmez dedi oğlum. Fark etmez..." Kendi kendime düşündüm o günden sonra... Ben senelerdir bir şey alırken, "Neyli olsun?" sorusuna "Fark etmez." diyemiyorum. Neden acaba? Sadece düşünün. Siz diyebiliyor musunuz? Neden acaba?

Ben bundan sonra hep Fenerli olucam
























Mahallemizde bir Yunus amca vardı küçükken. Ben sokakta oynarken "Emre hangi takımı tutuyorsun?" diye sorduğunda "Fener." derdim her seferinde ve her seferinde eve dönüşte bana bakkaldan bir şey alırdı. Tek bir şartı vardı: Cimbomlu olacakmışım. 5 yaşlarında idim. Kabul ederdim Yunus amcanın teklifini. Eve gittiğimde suçumu bildiğim için sessizce otururdum. Konuşamazdım bile. En sonunda biri dayanamaz sorardı "Noldu?" diye. Ben de söylerdim "Ben Cimbomlu oldum." diye. Sonra abim döverdi beni. Yarın yine Fenerli olurdum.
Bir gün evde oturmuş televizyon izliyordum. Yıl 1994. Aylardan Kasım. Radyoda da Fenerbahçe'nin maçı vardı. Televizyonu bırakıp maça doğru yoğunlaştım. Yerde minderin üstünde oturuyordum. Nielsen attı, Oğuz attı, Feyyaz attı... Fenerbahçe o gün Kayseri'yi 8-1 yenmişti. O gün dedim ki kendi kendime "Ben bundan sonra hep Fenerli olucam." diye.
O günden sonra ben hep Fenerli oldum. Yunus amca yine bir şeyler aldı bana ama ben hep Fenerli oldum. 7 yaşındayken kahvede en ön sırada "Devre arası olsa da gözlerimin acısı geçse." diye beklerken de Fenerliydim ben. 10 yaşında nargile dumanından boğazımın acısı geçsin diye sürekli ayran içerken de Fenerliydim. 98 yılında Hakan Şükür 87. dakikada gol atarak durumu 2-2'ye getirdiğinde Adnan abinin biranesinden koşarak çıktığım günde Fenerliydim. O gece eve giderken hüngür hüngür ağlarken de. 2002'nin 6 Kasımı'nda teravih namazı nedeniyle maça koşturarak giderken de Fenerliydim ben, 2001'de son haftaki Samsunspor maçından önce sokaklarda bayrakla gezerken de. 2008'de Kızılay'da 100-150 Galatasaraylı cafenin çıkışında beni ve 6 arkadaşımı dövmek için beklerken de Fenerliydim ben. Onlara inat "Burası Kadıköy, burdan çıkış yok." diye bağırırken de.
Ve işte ben böyle kötü bir günde de Fenerbahçeliyim ve emin ol yarın da Fenerbahçeli olacağım. Siz üzülürken de, sevinirken de Fenerbahçeli olacağım. Siz skorlara, şampiyonluklara, kupalara âşıkken ben sadece Fenerbahçe'ye âşık olacağım. Orada, burada ya da şurada... Nerede olursa olsun, Fenerbahçe varken ben sadece Fenerbahçeli olacağım.

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Küçükken
























-Küçükken yaşadığı mahalleye geri dönen yaşlı adam evinin karşısındaki dutluğun hâlâ orada olduğunu görünce g*t oldu.

-Küçükken pipimi sıkıp İstiklal Marşı okutturmaya çalışan abi, eğer seni şimdi bulursam çükünü kesip cebine koymazsam en adiyim.

-Küçükken hep “Ünlüler de patlıcan musakka, kuru fasulye, yeşil mercimek yemeği yiyolar mı acaba?” diye düşünürdüm.

-Küçükken hangimiz bakkal çocuğu olmak istemedik ki? Nedense bakkal cocukları da hep mütevazı tipler olmuştur bu hayatta.

-Küçükken kırmızı kalem yüzünden kıpkırmızı olan eller büyüdüklerinde insan kanı yüzünden kıpkırmızı oluyor ya bazen, acaba eksik olan ne?

-Küçükken GAP denen markayı pazar malı sanıyordum ben. Hepimizde vardı lan mahallede.

-Küçükken ayağımda saidaslarla potanın etrafında “sıtap cem şat” diye dolanırken ben onun “stop jump shot” olduğunu nerden bilebilirdim ki?

-Küçükken ne Erikli, ne Şaşal, ne zemzem. O, su tabancasının içindeki plastik kokulu su vazgeçilmezimdi.

-Küçükken masallarda çok pis yediler bizi. Kurt kızı yedi, avcı kurdun karnını kesip kızı çıkardı. Na lan bu? Sezaryen mi yapıyo bu avcı?

-Küçükken deyimleri gerçek anlamlarıyla düşünüp mal mal güldüğümüzü unutmayalım. Karnı zil çalmak hahah. Gözüne girmek zahahaha.

-Küçükken isimlerin de İngilizcesi olur diye düşünürdüm. “Acaba ismimin İngilizcesi ne?” diye sorardım kendime.

-Küçükken bisikletimle gazete dağıtırken yoldan evin kapısına gazete fırlatıp evin sahibine “Günaydın Bay Anderson” demek isterdim.

-Küçükken teletexti olan kanallar benim için harbi kanallardı. Her şeye rağmen TRT’yi hâlâ bu yüzden seviyorum belki de.

-Küçükken komşuların kumandasındaki tuş sayısı ile bizim kumandanın tuş sayısını karşılaştırırdım. “Heaa Ali amcalar fakirmiş lan.15 tuş var”

-Küçükken vücudundaki beni gösterip bu ne diye sorduğumuzda “Ben” cevabını alınca “Hehahehah sen mi?” diye gülmüşüzdür herhalde.

-Küçükken birbirine yapışık ikiz kirazları gördüğümde yüzümde oluşan gülümseme hâlâ oluşuyor fakat saflığından birçok şey kaybetmiş şekilde.

-Küçükken bir sözlüğü elime aldığımda ilk önce or*spu, p*ç, g*t gibi kelimelerin anlamlarına bakardım. Eğer varsa o sözlük kaliteliydi.

-Küçükken bisikletn zinciri attıktan sonra yerine takarken ellern kapkara olması ve bunu arkadaşa karşı bir silah olarak kullanma.Deyeyim mi?

-Küçükken top saydırırdk, biraz büyüdk ana avrat saydırmaya başladk, gün geldi kendimzi kadınlara saydırıyorz “Bu üçüncü çıktığım, şu dör…”

-Küçükken bir yazının başlığını tam ortaya yazma stresini yaşamayan çocuk yoktur herhalde. Olmadı sil. Bir de kırmızı kalem zor silinirdi.

-Küçükken sulu boyayı kâğıda sürdüğümüzde kâğıdın dalgalı bir hâl alması kadar sinir bozucu bir olay yoktu sanırım.

-Küçükken trafik canavarını gerçek bir yaratık olarak düşünenleri koruma ve kalkındırma dairesi başkanlığı.

-Küçükken anneleri yüzünden kafalarına rahat rahat poşet geçiremeyen çocuklar, büyüdüklerinde tabii ki condom kullanamazlar. Alışık değiller.

-Küçükken basketbol topunu işaret parmağında çevirebilen herkes gözümde potansiyel bir Michael Jordan’dı.

-Küçükken parmağıma ip bağladığmda birinin “Kangren olursun.” sözü üzerine ipi çözerdim.Şöyle rahat rahat parmağımın morarışını izleyemezdim.

-Küçükken defterin soluna kırmızı kalemle çizdiğim sayfa boyunca uzanan dikey çizgi biraz yamuk olsa bile dayanamaz koparırdım o sayfayı.

-Küçükken az kafam çalışsaydı bana bir şeker vererek tuttuğum takımı değiştirmeye çalışan amcaya şekeri geri verir “Bi sktir git aq” derdim.

-Küçükken az kafam çalışsaydı “Gel sen bizim çocuğumuz ol.” diyen çifte “Hiç komik değil bu yaptığınız amk. Gidin sevişin doğurun.” derdim.

-Küçükken giden kamyonetin kasasının arkasına takıldıktan sonra kamyonetin aniden hızlanmasına binaen atlayamama durumu ne fenaydı amk.

-Küçükken ağzının içine yanan kibriti sokup söndüren insanları gördükçe “Vay anasınııııı siii.” demiyodum tabii ama şaşırıyodum yine de.

-Küçükken en çok küfür ettiklerim Street Fighter’da M. Bison ya da Vega’yı alıp köşeye sıkıştırıp sürekli alttan kayanlardı.

-Küçükken çeşmeden elinle su içerken su kazağın kolundan içeri akardı ya, dur ağlama beni de ağlatıcaksın.

-Küçükken düğünde kim evleniyomuş falan s*kimde değildi. Ben bana düşen pasta miktarına bakardım, bir de dandik markalı meyve suyuna.

-Küçükken içinde taso var mı yok mu diye cipslere dokunarak bakmamıza izin veren bakkallar vardı. -Oğlum aşşadaki bakkal elletiyomuş. +Oha.