18 Aralık 2015 Cuma

Gene mi amcalar?

Okuldan çıktıktan sonra sinemaya gitmeye karar verdim. Hafta sonunu beklemem biraz riskli olurdu çünkü. Günlerden perşembe. Yarın film gösterimden kalkabilir. Bilgisayarım önümde açık. Filmin festival filmi olduğu için çok az salonda gösterime girdiğini biliyordum. Bana en yakın salon 1 saat uzaklıktaydı. Olsun, dedim. Okuldan çıktıktan sonra koştura koştura tramvaya gittim. Acelem vardı. Evet çünkü film akşam tek seansta gösterimdeydi. İş çıkışı toplu taşıma araçları nefretlik bir durum. İki aktarmadan ve kısa bir yürüyüşten sonra filmin gösterimde olduğu AVM’ye geldim. X-Ray’den geçerken sırt çantamı bıraktım. Güvenlik, içindeki laptopu çıkarmam gerektiğini söyledi. Dedim, sinemaya geldim ve film şu an başladı. Laptop falan yine geveledi ağzında bir şeyler. Çantayı açarken, zaten öğretmenim, dedim. Çanta o kadar doluydu ki içindeki “En Ünlü Masallar” kitabı çanta açılır açılmaz yere düştü. Güvenlik “Tamam hocam tamam.” dedi. Bilet almak için kuyruğa girdim. 10 dakika gecikmeli olsa da filme yetiştim. Mutluluk bir. 

Salonda 4. kişi olarak yerimi aldım. Filmin ayrıntısına girmek gereksiz diye düşünüyorum. Yine de merak etmişsinizdir. Çok beğendim. Çıktıktan sonra bir şeyler yedim ve AVM’de kitapçı aradım. Aslında almak istediğim bir kitap yoktu. Sadece gezmek istediğim kitapçı vardı. İçeriye girdim. Kitapların olduğu bölüme girmeden dergilere bakmaya başladım. Umut Sarıkaya’nın Naber’i 3. sayısıyla karşımdaydı. Mutlululuk iki. Hemen aldım. Muhtemelen günler, aylar olmuştur 3. sayı çıkalı ve ben yeni görüyorumdur. Diğer dergilere bakmadım bile. Zaten çoğunu önceden almıştım. Sonuçta ayın ortasını bile geçmiştik. “Yılbaşında napıcam?” Kitapların olduğu tarafı da şöyle bir dolaştıktan sonra çıktım kitapçıdan. Ardından AVM’den. Metro istasyonuna doğru yürüdüm. Yolda şarkı söyledim kendi kendime. “Ne kadar da karanlık olan bir yol. O kadar karanlık değil aslında.” Sözleri etkili olmasa da şarkımı beğendim. Melodisi güzeldi. Bu arada çevrede hiç insan yoktu. 10 dakikalık yürüme mesafesinde gördüğüm yaya sayısı sadece birdi. Rakamla 1. Metroyu beklerken dergiyi açtım. İlk sayfadaki editörün okura seslendiği bölümü çok merak ediyordum çünkü. “Bu dergi gidici.” gibi düşünmeden edemedim. Metro geldi. 
Vagondaki bütün ters koltuklar boştu. Bir amcanın yanına oturdum düz gidebilmek için. Amca bir dahaki istasyonda indi. Yanıma bir kadın oturdu. Bakmadım nasıl birisi olduğuna. İkinci sayfadaki yazıyı okuyordum. “Bence dergi 5. sayıdan sonra bitecek.” dedi. Kafamı kaldırdım. Oooo dünyanın en güzel kızı da vagonumuza teşrif etmiş. Hoş geldiniz efendim. Bağcılar mı? Siz ayan ablalar mısınız? Gene mi amcalarsınız? Yahu ne işiniz var burada. Havaalanı metrosu olsa anlarım. Taksim metrosu olsa anlarım. Fünikülere zaten tamamım. Ama biz Bağcılar metrosundayız. Yolunu şaşırmış bir prenses. Vagondaki herkes o an potansiyel kurt. Kesin bu taraflarda uzaktan bir akrabası var ve Facebook’ta bunu çevrimiçi görünce hemen yazdı sohbetten o akraba. Evlerine çağırdı. Prenses de onlara yemeğe gitmişti. “Nerden biliyosunuz?” dedim. Dudaklarını büzdü, kaşlarını kaldırdı. “Son sayfayı okuduğunuzda anlarsınız.” dedi. Screenshot aldım o hareketini. Menü tuşuyla, ekranı kapama tuşuna aynı anda bastım. Tam da Stiiv Cobs yazısını okurken yaptım bunu. O sırada düşünmeye başladım: Hemen son sayfayı çevirsem mi, yoksa gülümseyip dergime dönsem mi, diye. Üniversiteden tanıdığım ve kadınlarla olan ilişkilerimde bana klişe lafı olan “İŞTE SEN HEP BUNDAN KAYBEDİYORSUN”u söyledi arkadaşım. Onun ne işi varsa burda. Son sayfayı çevirdim. Yine editörden bi mesaj vardı okura. Derginin 2016 yılı içerisinde biteceğini düşündüğüm hâlde bitmeyeceğini savunasım geldi o an. Dedim “3-5 yıl bitmez bu dergi bence.” Gülümsedi. Screenshot. “Şu edebi karikatürleri okuyor musun?” diye sordu. İlk iki sayıda istemeye istemeye okumuştum aslında ama okumuştum sonuçta. Bu arada ikinci tekil şahsa çok çabuk geçmedik mi? “Pek sevmiyorum ama okuyorum.” dedim. Sanırım mutlu oldu. “Ben direkt geçiyorum oraları.” dedi. “Biz de bu faslı direkt geçip sevgili olsak ya hemen.” diye düşündüm. Yoksa söyledim mi ya? Düşündüm evet. “Mantıklı.” dedim. Zaten onun yaptığı herhangi bir şey mantıksız olamaz herhâlde. Mantık yok olurken onun kapısını çalıp “Efendim ben çıkıyorum.” demeli. 

Sanırım muhabbetimiz bitti. Zaten metro değiştirmeye iki durak kaldı. “Nerde oturuyosun?” diye sordu. Bağcılar metrosunda olduğumuz için kendimde “Gaziosmanpaşa.” deme cesaretini kolaylıkla buldum. “Sen nerde oturuyosun?” diye sordum. “O benim sorumdu.” dedi. Gülümsedi. Bunun screenshot’ı vardı ama bi tane daha olsun diye yine screenshot. “Senin de okumanı böldüm. Kusura bakma.” dedi. Sen hep böl okumamı. Okutturma bana bir şey. Lanet olsun edebiyat. Kahrolsun Dostoyevski. Kafka’yı böcekler yesin. “Biliyo musun metroya ilk bindiğimde bu metrodaki yolcular arasında önceden Naber’i okumuş olan var mıdır acaba?” diye sormuştum kendime. “Ha evet sorunu duydum da geldim zaten.” dedi. Bu cevap beni biraz şaşırttı. Hangi ifade ile söyledi acaba, diye yüzüne baktım. Gülmüyordu. Kafamı çevirdim. Dayanamadım yüzüne bir daha dikkatli baktım. Yanıma ilk oturduğu andaki güzelliği yoktu artık. Hatta baya baya değişmişti. Bir yandan gülümsüyorum, bir yandan “Amına koyım noluyo lan?” diye düşünüyorum. Metro son durağa geldi o anda. Diğer metroya geçmem lazım. Az önce ne desem de diğer metroya kadar birlikte yürüyebilsek diye düşündüğüm kadından şimdi selam vermeden kaçmanın planlarını yapıyorum. “Diğer metroya mı?” diyor. “İvit.” diyorum. “Birlikte gidelim istersen.” diyor. İstemiyorum. “Olur tabii.” diyorum. Ücretsiz geçiş hakkımızı kullanıp diğer metroya geçiyoruz. Metronun kalkmasına iki dakika var. Bu sefer karşılıklı oturuyoruz. Yüzüne daha net bakma fırsatı doğuyor böylelikle. O an aslında onun erkek olduğunu fark ediyorum. “Ya yok artık.” diyorum içimden. Duraklara bakıyorum. 6 durak sonra inip tramvaya geçicem. İneceğim yere kalan durak sayısı azaldıkça ilk gördüğümde “Keşke sevgilim olsa.” diye düşündüğüm kadın git gide İbrahim Erkal tipli bir adama dönüşüyor. Diyorum “Acaba metroya ilk bindiğimde uyudum da bunların hepsi bir rüya mı? Birazdan görevli sarsarak uyandıracak beni.” Kendim uyanmaya çalışıyorum. Harbiden gerçek. 


“Böyle bir şey nasıl olur lan?” diye düşünürken nasıl olduysa İbrahim Erkal tipli adamla Gazi Mahallesi’ne rakı içmeye giderken buluyorum kendimi. Adam görmüş geçirmiş birisi belli. Anlatıyor da anlatıyor. 80’lerden giriyor. 90’lardan çıkıyor. Sivaslıymış. Ondan bahsediyor. Gemilere ilgi duyuyor herhâlde, diye düşünüyorum çünkü gemiler hakkında çok konuşuyor. Detaylara çok takılıyor. Kafamı sikiyor bütün gece rakı masasında. “Lan neler düşledik, şimdi gecenin sonuna bak.” diye düşünüyorum içimden. Rakının da etkisiyle dayanamayıp soruyorum. “Abi biz seninle ilk tanıştığımızda sen kızdın biliyo musun?” diyorum. “Yok be abim niye kızıcam?” diyor. Üstüne gitmiyorum. “Abi kalksak mı artık? Benim yarın okul var.” diyorum. “Vaaaaay. Umut abin mi? Okul mu? Söyle kardeşim. Umut abin mi? Okul mu?” diyor. Bu arada saatlerce konuştuğum adamın adının Umut olduğunu öğreniyorum. “Ne umutlarla yola çıkmıştık be abi? Sikeyim okulu.” diyorum. Meyhaneciden masaya bi 35’lik daha istiyoruz. “Bu sefer kime içelim kardeşim?” diyor. “Montla sıçan adama içelim abi.” diyorum. “İçelim lan pezevenk.” diyor. İçiyoruz.

11 Şubat 2015 Çarşamba

Bim'de girişteki iki kapının arasındaki boşlukta yaşayan bir böcek - 3

Özet:

Evde huzurunun bozulmasından sonra yeni yaşam alanı olarak Bim’de girişteki iki kapının arasındaki boşluğu seçen böceğimizi bir gün market çalışanlarından Talip Bey (Sarı Pipi) dışarı tekmeler. Bu tekme onu yıldırmaz ve yerine geri döner. Böceğimiz ekmek dolabındaki böceklerle birlik olur. Çünkü Sarı Pipi Talip belirli zamanlarda marketi ilaçlamaktadır ve ekmek dolabındaki böcekler zamanında çok kayıp vermiştir. Şimdi ise okuma bilen bir böcek sayesinde ilaçlama günlerinin listesine ulaşıp önlemlerini almaktadırlar. Bakalım böcekler Talip ile baş edebilecekler mi?

———

Talip ile baş etme planı hazırlamak için elimde olan 3 günü sürekli düşünerek geçirdim. Tabii ki bunun büyük bir kısmını baş aşağı durarak. Akşam olduğunda ekmek dolabının orada yaşayan böceklerin yanına gittim. Bando takımı kurmuşlar beni karşılamak için. “Bim’in dolabında böcekler yaşar, Bim’in dolabında böcekler yaşar, yaşa kapıdaki böcek paşa yaşa, adın yazılacak Peripella’ya.” diye bir marş söylüyorlardı. Hoşuma gitmedi değil. Sol ön bacağımı kaldırarak onları selamladım ve biraz yüksek bir yere çıkarak onlara doğru döndüm.

“Arkadaşlar.”

Cırcırıcırırıcırırıcır.

“Bugün burada toplanmamızın amacı.”

Cırıcırıcırırıcırırıcır. 

“Sarı Pipi’yi devirme…”

Cırcırıcırırcırcırcır

“Sikicem belanızı. Bi susun amk ya. Bi konuşturmadınız.”


Böceklerin geçen 3 gün süre içinde bana olan saygılarının müthiş arttığını gördüm o akşam. Burada toplanmamızın amacının Talip’in buradan bir şekilde gitmesine neden olmak olduğundan bahsettim ve onlara fikirlerini sordum. Gençlerden bir tanesi yine başbakanın ofisindeki böcekten bahsetti. Geçenlerde de aynı konudan bahsedildiğini ve kimsenin siklemediğini hatırlattım. Güzel bir dille o böceğin canlı bir böcek olmadığını anlattım. Hayal kırıklığına uğramış olacak ki o akşam suratı hep asıktı. Bir tanesi dedi ki, içimizden canlı bombalar seçelim ve Talip’e saldıralım. Yeteri kadar kayıp verildiğini, halkın ölüme tahammülü olamayacağını anlattım ona da. 3-5 tane daha fikir ortaya atıldı ama çoğu sadece Katil Arılar, Canavar Böcekler gibi Amerikan yapımı filmlerde yaşanabilecek ütopik şeylerdi. İçlerindeki en bilgin olanı “Peki sen ne düşündün evlat?” diye sordu. Ona döndüm “Talip burada ne iş yapıyor?”  diye sordum. “Bim’de çalışan herkes her işi yapar.” diye cevapladı. “Başlıcalarını sayar mısınız?” dedim. “Ortalığı süpürür, malları yerleştirir, kasada durur gibi gibi.” dedi. “Son söylediğinizi tekrar eder misiniz?” dedim. “Gibi gibi.” dedi. “Ya dede ondan önceki.” diye çıkıştım biraz. Sert oldu sanki çıkışım. “Kasada durur.” dedi hemen. “Eveeeet kasada durur.” diye tekrar ettim onun dediğini. “Peki kasadaki bir elemanın başına gelmesini en istemeyeceği şey nedir?” diye sordum. Birkaç saçma cevaptan sonra geçen buluşmada kavga edip barıştığım böcek “Kasada açık çıkması.” diye bağırdı. Ben de ondan daha güçlü bir ses tonuyla “Bingooo.” diye bağırdım. “İşte plan bu. Talip’in paralarını kaçıracağız. İlk gün dalgınlık sanıcak. İkinci gün ‘olabilir’ diyecek. Bu süre içinde parayı hep kendi cebinden tamamlayacak. Bir zaman sonra burada çalışmaktan vazgeçecek.”  diye planımı kısaca anlattım. Herkesin yüzü gülüyordu. Küçük çapta sloganlar atıyorlardı. Halk planıma çok inanmıştı. Ben de en az onlar kadar inanıyordum. İçimden de “Güle güle Talip efendi, güle güle…” diye sürekli tekrar ediyordum.

17 Ocak 2015 Cumartesi

Atanamayan cümleler

Atanamayan cümleler nedir? Atanamayan cümleler art arda aklıma gelen cümlelerdir. Sadece blogda kalmışlardır. Örgütlenme yoluna gidip belki arkadaş sohbetlerinde kendilerine yer bulabilirler. #subatta5bincümle

-İnternet cafelerin gün geçtikçe azalması bazen canımı sıkıyor.

-Ajanda almayı çok seviyorum. Keşke aynı sevgim kullanma konusunda da olsa.

-İnsan silindir şeklindeki Rulokat kaplarını atmaya kıyamıyor. 

-Yeni bir kitap alındığındaki heyecanı sadece ilk öpüşmeye değişebilirim. Sadece ona.

-Bozuk paralara gereken hassasiyeti göstermiyorum. 

-Evin her yeri üçlü priz doldu be oğlum.

-İnsanların Bu Tarz Benim izlemesi beni çok üzüyor. Çaktırmıyorum.

-Beş-He-Ce-Ci-Ler’in beş heceden oluşması tesadüf değildir.

-Türk Hava Durumu.

-Gardırobun kapaklarının açık olmasına bayılıyorum. Size ne ki?

-Bana kemik atan oldu.

-Başvurmuşum YGS’nin yoluna.

-Yurtta Candan Erçetin, dünyada Beyaz.

-Hıa. (Erman Toroğlu)

-Sonuna “-mar” getirilerek oluşturulan market isimlerini samimi bulmuyorum.

-Sizi istemeye gelen damadın kahvesinin içine kekik yağı koyun.

-Bizim ev çok sıcak oluyor ya. Evde g-string ile dolaşıyorum.

-Fakirler ekmek yer.

-Kızım Nermin teyzene bi terlik getirsene.

9 Ocak 2015 Cuma

Bim'de girişteki iki kapının arasındaki boşlukta yaşayan bir böcek - 2

“Neden böyle bir şey yapmıştı acaba?” diye düşünürken bir yandan da içeri birinin girmesini bekliyordum ki eski yerimi alayım. Tamam bir anlık gafletle koydu tekmeyi, dicem ama öyle değil. Adam sanki günlerdir bana tekme atmayı bekliyormuş gibi bildiğin koşturdu. Beni bulunduğu yerden görmesi de imkânsız. Demek ki aklında vardı günlerdir ve orada olacağımı biliyordu. Belki de mırıldanmalarının içeriğini ben oluşturuyorumdur. Oy neyse birisi girdi içeri. Kapı yavaş yavaş kapanana kadar eski yerimi aldım hemen. Eski yerim derken tabii ki yerde değilim artık. Tavandaki yerimi aldım. Burdan da her şey ters duruyor anasını satayım. Neyse ki Coca-Cola’lar görüş alanımda değil de günaha girmiyorum. Lê Cola tersten okununca ne anlama geliyor ki?

Neyse, diyorum kendi kendime. Akşam kapanıp herkes eve gittikten sonra aşağıya inerim. Nitekim akşam oldu. Ben kapılar kilitlenmeden ekmek dolabının oraya gittim. Tabii bacak aksıyor biraz. Oradaki böcekler gördü hâlimi. “Noldu?” dedi bir tanesi. Tam anlatıyodum “Sarı pipi yaptı. Ben gördüm.” dedi bir başkası. “Sarı pipi mi?” dedim. “Evet. Biz ona sarı pipi deriz.” dedi. Baya şaşırdım bu duruma. Ben de ona sarı pipi diyordum. Acaba önceden duymuş muydum, diye düşündüm ama yok ya, iyi bir tesadüf sadece. “Noldu?” diye soran böcek başladı anlatmaya “Sarı pipi bizim düşmanımızdır. Ayda bir burayı ilaçlamaya gelir. Neyse ki bizim oğlanlardan birisi okuma biliyor. İlaçlama çizelgesini gördük bir akşam. Hangi günler geleceğini biliyoruz ve önlemimizi alıyoruz. Çizelgeyi görmeden önce çok kayıp verdik, çok.” dedikten sonra ağlamaya başladı. Ailesini öldürmüş sarı pipi. Ondanmış bu üzüntüsü. Beni de etkilemedi desem yalan olur. “İntikamınızı alalım abi.” dedim. Gülmeye başladı. “Nasıl alacaksın? Ekmek kırıntısı mı atacaksın?” dedi. Biz böcekler böyleyizdir. Kendimizi küçümsemeyi çok severiz. Küçük olmakla kendini küçük görmek arasında dağlar kadar fark var. Ailesini kaybeden böceğin sorusuna karşılık oradan genç bir böcek atıldı “Başbakanın ofisinde bir böcek varmış. Herkes onu konuşuyor televizyonlarda. Ona ulaşalım. Bizi bu beladan kurtarsa kurtarsa o kurtarır.” Kimse genç böceğin söylediklerini ciddiye almamış olacak ki cevap vermedi. Benim ise kafamda, bu böcekler benim gazımla mı sarı pipiye karşı bir şeyler yapma telaşına düşmüşlerdi, yoksa zaten hep düşündükleri bir şey miydi, düşüncesi vardı. “Bugünün tarihi ne?” dedim. Genç böcek hemen atıldı “21 Kasım.” dedi. Dedim “3 gün sonra, bu saatte yine burada toplanalım. Daha doğrusu ben yine buraya geldiğimde herkes burada olsun. Herkes o güne kadar ‘Ne yapabiliriz?’ diye düşünsün.” Birisi çıktı “Öğretmenler gününde mi yani?” dedi. Dedim “Böceksin amınoğlu. Ne öğretmenler günü?” Babası ordaymış. “Bana mı dedin?” diye çıkıştı. “Abi oğluna bir şey söyle.” diyerek ortamı iyice gerdim. Çocuk üstüme yürümeye başladı. Baktım beni sikecekler, iyice pisleştim “Gelsene lan yavşak.” diye bağırdım. Araya diğer böcekler girdi. Bizi barıştırdılar falan. “Kardeş kusura bakma. Saçmaladım.” dedi. “Olur bazen kardeş. Ben de yapıyorum.” dedim. Öpüştük. Sarıldık. Dolaptan ayrılırken böcekler slogan atıyordu “Kahrolsun sarı pipi” diye. Son bir kez onlara baktım ve “Yaşasın böceklerin kardeşliği” dedim kendi kendime. Buna da baya bi güldüm.

2 Ocak 2015 Cuma

Bim'de girişteki iki kapının arasındaki boşlukta yaşayan bir böcek

Yağmur yağıyor. Hava sıcaklığı 4-5 derece olsa gerek. Bugün müşteri az olur. Müşterinin az olduğu günleri severim bilirsiniz. Neden mi? Çünkü ben Bim’de girişteki iki kapının arasındaki boşlukta yaşayan bir böceğim.

Burayı çok seviyorum. Tam 13 gündür buradayım. Buradan önce bir evde mutfakta ketılın altında yaşıyordum. Suyun kaynamaya başladığı andaki titremeyi özlediğimi hissettim şu an. Neden mi terk ettim orayı? Ketılın yerini değiştirdiler. Mutfak tezgahının üstüne koydular. Evde her elde bulaşık yıkandığında su bana kadar ulaştı ve 3 kere ölüm tehlikesi geçirdim. Ketılın altından çıkıp evde kendime başka bir yer aradım. Barınamadım. Çıktım gittim bir gün evden. Çok uzaklara gitmedim. En alt kattaki Bim’e geldim. İçeri neden mi girmiyorum? Burası çok eğlenceli de ondan.

Ketılın altında yaşadığım evin küçük çocuğu geldi az önce. Her zamanki gibi kapıları açarken zorlandı. Merak ediyorum. Acaba yine ne almaya geldi? Bir keresinde evdeyken beni görmüş ve kaçmıştı. Nerden mi biliyorum? Arkamı döndüğümde yoktu çünkü. Evden çıkmadan önce eminim annesi yine “Fazladan poşet al.” diye tembihlemiştir. O yine unutacaktır. Bence kasiyerden korktuğu için almayacaktır.

Buraya tek kişiden fazla gelenleri seviyorum. Neden mi? İçeri girerken ilk kapıdan geçtikten sonra ikinci kapıyı açmaya çalışırken arkadan gelen için de ilk kapıyı tutuyorlar ve çok komik görüntüler ortaya çıkıyor. Böcek olsalardı böyle olmazdı. Özellikle de kırkayak.

4 kişi çalışıyor burada. İnsanlar yokken birbirlerine isimleriyle hitap ederken insanlar gelince isimlerinin sonuna bey ya da hanım koyuyorlar. Bir tanesinin, uzun boylu sarışın olanın, varlığımdan haberdar olduğunu düşünüyorum. İyi birisi gibi duruyor. Adını merak ediyor musunuz? Talip. Kesin merak etmemişsinizdir.

Karnım acıktığında içeri giriyorum bazen. Ekmeklerin olduğu dolabın camındaki delikler benim için yapılmış sanırım. İçeride yaşayan çok fazla böcek var. Geçenlerde birisi “Neden orada yaşıyorsun?” diye sordu. Size de söyledim ya “Burası çok eğlenceli de ondan.”

Yarın cuma. Gelen giden çok olur. Gereksiz alışverişlerin günü. Bu gözler 70 yaşındaki teyzenin darbeli matkap aldığını gördü indirimden. Belki de çocuğuna hediye almıştır. Hiç sanmıyorum.

İnsanların, alışveriş sepeti mi alışveriş arabası mı alsam, çelişkisini seyretmekten hoşlanıyorum. Alışveriş arabası alanların işi çok zor oluyor. Reyonlar arası çok dar olduğu için arabayı sürmekte zorlanıyorlar. En çok da ebeveynleri sadece Bim’den alışveriş yapan küçük çocuklar için üzülüyorum. Arabaya binemiyorlar pek. İçerideki bir böcek söyledi geçen, buradan önce 5M Migros’ta yaşıyormuş, orada alışveriş arabalarına bağlı çocuk arabaları varmış. İnsan Migros’u bırakıp buraya gelir mi? Geliyormuş işte. “Neden geldin abi?” dedim. Bi yaştan sonra sürekli anons sesi duymak çekilmiyormuş. Haklıdır.

Talip Bey şey yani Talip abi çok gergin bugün. Paspas atarken bir yandan da bir şeyler mırıldanıyor. Benim yanıma gelmesine çok var, diye düşünürken Talip abi bana doğru koşturmaya başladı adeta. Kaçsam hareket ettiğimi görür. Varlığımdan haberdar değil mi zaten? Emin değilim. Dondum kaldım öyle. Yukarı doğru kaçamadım. Göz göze geldik. Ona doğru bir hamle yaptım. Kapıyı açtı. Bana bir tekme attı. Kendimi kapının önündeki su birikintisinin içinde buldum. Yüzey temizleyicisi mi lan o? Talip abi naptın abi sen ya? Yakıştı mı koca adama abi ya? Yiğit Özgür karikatüründeki kendisine doğru koşan çocuğuna gelişine vuran baba mısın sen amına koyım ya? Arka bacağı siktin afedersin. Neyse ki su birikintisi derin değil. Ölmedik çok şükür. Sence bu hamlen beni yıldırır mı? Çok beklersin çooook. Bu artık bir savaş sarı pipi Talip ve unutma ki sarı pipiler her zaman yenilmeye mahkumdur.