21 Kasım 2011 Pazartesi

Düğünde bana atılan parayı çaktırmadan cebime soktum!
















Blog yazılarıma şöyle bir göz gezdireyim dedim fakat bir de ne göreyim. Hahaha. Olmadı lan bu benim giriş tarzım değil. Düğünler… Neydi düğünler? Niçin vardı? İlk düğün M.Ö 214 yılında… Yok abi bu da olmuyor. Ben en iyisi konuya direkt atlayım: Hop…

Düğünler… Bir çocuk için düğünler kaçırılamayacak fırsatlardı. Düğünün olacağını duyan çocuğun günler öncesinden içini heyecan kaplardı. Neler vardı peki düğünlerde? Öncelikle dandik markalı bir meyve suyu vardı. Ne kadar yenirse düğünün o kadar güzel geçtiğine inanılan düğün pastası vardı. Fakirliğin toplumsal simgesi olan naylon içerisindeki kuru yemiş vardı. Sahnede koşturmaca vardı. Anneden gizli düğün salonun dışında yapılan küçük kaçamaklar vardı.

Anne için ise önemli olan sahneyi en güzel açıyla karşısına alabilmekti. Bunun için düğüne ne kadar erken gidilirse, o da olmadı düğüne erken giden birisine yer tutturulursa kârdı. Düğün boyunca “Anneaaa mısır alcam ben para ver. Aneeaaaa cips alcaz biz para ver.” diyen çocuğa karşı annenin düğün boyunca süren denge politikasının evde böl-parçala-yönete doğru kayması muhtemeldi. Anne için diğer önemli bir şey ise nikah şekeri idi. O şekerleri yemezdi anne. Çocuğuna da yedirmezdi. Eve gider, vitrine koyardı. Senelerce orada dururdu o şeker. Aynı anne düğünün davetiyesini de senelerce saklardı, affetmezdi.

Baba için ise düğün daha çok gürültüden ibaretti. Baba arada bir salona girer, dans etmek gerekiyorsa dansını eder, çiftetelli oynamak gerekiyorsa çiftetellisini oynardı. Babanın yeri düğün salonunun önüydü. Bilemedin civardaki en yakın meyhane idi.

Düğünlerde bir diğer dikkat çeken olay ise sahneye atılan paraları toplayan elemanlardı. Eminim bir göz doktoruna götürülse bu elemanlar “İnsan değil lan bunlar.” diyen doktor mesleğe küserdi. Onlar sahnenin dört bir köşesine yayılmış paraları tek tek görür ve gider toplardı. Çocuklar bu elemanlara düşmandı ve birkaç banknotu cebe indirebilirlerse arkadaş ortamında anlatacak güzel şeyleri olurdu. “Oğlum akşam düğünde bana atılan parayı çaktırmadan cebime soktum lan eueheuhe.” gibi.

Düğünlerin en kritik noktalarından birisi de kamera idi. Kamera “Naciye ne takmış? Aaaa şuna bak bi yirmilik takıp gitmiş. Hâlbuki biz çeyrek takmıştık.” yorumlarına sebebiyet veren bir cihazdı düğün boyutunda. Tabii ki kameranın kendisini çektiğini fark eden insanların ne hâllere büründüğüne hiç girmiyorum bile. Çeyrek falan demişken takı merasimi düğünden ilk kalkış fırsatı idi. Takı merasiminden sonra salonun yarısı boşalırdı nerdeyse. Çünkü Naciye teyze, çünkü Dürdane teyze görevini yapmıştı ve takmıştı. İşi uzatmanın anlamı yoktu.

Düğünlerin en eğlenceli kısmı ise sonları idi. Sonlara akrabalar ve yakın aile dostları kalırdı genelde. Halaylar bu aşamada hız, düğün sonu fotoğrafları ise anlam kazanırdı…

Sanırım yazının uzamaması adına böyle tadında kesmek güzel olur. Bilirim gün geçtikçe düğünlere gitmek işkence hâline gelir. Onlar biliyorlar da mı oynuyorlar sanki? Gelin hanımın kardeşlerini sahneye alıyorlar bak. Hey Damat! Sen kiminle dans ettiğini sanıyorsun? Çocukları pistten alalım mı? Sandalye yetmedi dışarıdan getirelim mi? Ha bu arada her şeyi geçtim de acaba içkili miymiş düğün?

2 yorum: