12 Haziran 2018 Salı

Ne zamandan beri yazıyorum?

Herkese merhaba. Yazıya, videoya başlarmış gibi başlamak istemezdim fakat anlatmak istediklerim yüzünden buna mecbur kalıyorum. Öncelikle nasılsınız? Ben iyi sayılırım. Necip amcamlar nasıl? Ali büyümüştür şimdi. Benim yerime gözlerinden öpersiniz. Hepinizi çok özledim.

Geçenlerde biri sordu “Ne zamandan beri yazıyorsun?” diye. Düşündüm, taşındım ve doğru düzgün bir cevap veremedim. Sonra akşam eve geldim. Biraz da evde düşündüm, taşındım ve cevabı buldum.

2004 yılında Ceza’nın Rapstar albümüyle canlanan Türkçe rap piyasasının etkilediği kişilerden biri de bendim. Şu anda 2004’ün üzerinden 14 sene geçmiş olduğunu fark ettim. Hüzün. Evet, Türkçe rap çok hızlı girmişti hayatımıza. O dönem bir hevesle bir şeyler karalamaya başlamıştım. Kendi sözlerimi yazıyordum. 11 yaşında yazmaya başladığım günlüğüm dışında ilk kez bir şeyler yazmayı deniyordum. Çevremdeki insanlara okutuyordum sözlerimi. “Ouuu bunu sen mi yazdın?” diyorlardı. Bende de bir gaza gelişler falan. Bu arada lisedeyim. Edebiyat dersinde yazdığım kompozisyonlardan güzel dönüşler alıyorum hocalardan. Konuyu serbest bıraktıkları zaman mutlu oluyorum. Çünkü sınırlandırıldığında saçmalamak zor iş.

2007 yılında Hacettepe’yi kazandım. (İç ses: 11 sene geçmiş.) Ardından Hacettepe Sözlük diye bir şeyin varlığından haberdar oldum. Saçma sapan tanım içeren entryler girdim bir süre. TDK gibi takılıyordum sözlükte. Öyle de bir site ki aile ortamı gibi. Ortalama 30-40 online yazar oluyor. Bazı akşamlarda maksimum 100’ü buluyor sayı. Bir zaman sonra beğenilen entrylerin genelde komik şeyler olduğuna dikkat ettim. Dedim ki “Ben neden komik yazmıyorum?” Bu soruyu gerçekten sormam gerekiyormuş ki o günden sonra yazarak komiklik yapmaya başladım sözlükte. Aman Allah’ım bir şakalar bir şakalar “Ay bu çocuk süper komikler.” falanlar filanlar. Günümün 10 saati falan sözlükte geçiyor. Komiklikten ölüyorum.

2009 yılında evde otururken önüme ilk kez boş bir Word sayfası açtım. Bir çocuğun internet cafede bir günde yaşadıklarını anlatan bir yazı yazmaya başladım. Yazı bittikten sonra birkaç arkadaşıma yolladım hemen. Çok güzel geri dönüşler alınca sözlüğe de koydum yazıyı. Ardından birkaç forum sitesine de ekledim. Bir sürü yorum gelmişti yazıya. Bu yorumların %95’i de olumlu yorumlardı. İlk kez uzun bir şeyler yazabileceğimi fark ettiğim nokta bu olmuştu. 

Birkaç ay sonra o dönemki kız arkadaşım “Ne güzel yazılar yazıyorsun, blog açsana.” dedi. Saçma geldi blog açmak. Ondan ayrıldıktan sonra açtım hemen. Tabii ki onun arkasından sallamak için değil. Ben komikliğimi yapar geçerim arkadaş, kimse beni ilgilendirmez. 

Blog yazıyorum ama okuyan yok tabii ki. Yıl 2010. Bir sene önce varlığını öğrendiğim fakat anlamsız bulduğum Twitter birtakım popülerlik çabalarına giriyor. Ben de yerimi alıyorum. Bende yine komiklik yok. Dümdüz yazıyorum. Sonra paylaşılan tweetlerin genelde komik tweetler olduğunu görünce bana sözlükte yaşadığım aydınlanmanın aynısı geliyor. Açıyorum sözlüğü. Yazdığım 1400 entryden komik olanlarını tek tek tweete çeviriyorum ve yapıştırıyorum Twitter’a. Bakıyorum insanlar gülüyor. Yazdıkça yazıyorum. Günde 30-40 tweet falan. 

Twitter’da takipçi sayımın artmasıyla birlikte blogdaki yazılarımı okuyanların sayısı da artmaya başlıyor. Çok olmasa bile ayda iki yazı falan yazıyorum bloga. Benim gibi üşengeç bir adam için çok bile. Tabii blogların popüleritesi gün geçtikçe düşüyor. Buna bağlı olarak benim yazılarımın sayısı da düşüyor. 

2016’ya doğru neredeyse blogu iyice bıraktım. O dönemde Masa dergisinde yazmaya başladım. Benim yazı tarzımla hiç alakası olmayan bir dergi. Oldukça zorlandım. Ardından Lama mizah dergisinde yazdım. Derginin yönetim yapısında sıkıntılar vardı fakat istediğim her şeyi yazabiliyordum. O açıdan güzeldi. Bu tür dergilerde yazmanın en güzel yanı da benim gibi üşengeç bir adamın ayda en azından bir yazı yazmaya itilmesi oluyor. Yoksa benim yazı falan yazacağım yok. Nitekim dergide yazmayı bırakınca da gördük ki bir senedir hiçbir şey yazmıyorum.

Yazmazken mutlu muyum? Aslında çok mutlu olduğum söylenemez. Yazma ihtiyacı hep içimde bir yerlerde duruyor fakat oturup da yazmıyorum işte. Yazmıyorum abi. Siz kim oluyorsunuz? Yazmıyorum dediysem yazmıyorum. O eli bi indir. Hooop. Aloooo. Beyler sakin.

Bu kadar yazmamaktan bahsederken düşüncelerimi size yazıyla anlatıyor olmak da saçma sanki. Napayım? Ne istiyorsunuz? Video mu çekeyim? Youtuber mı olayım salak salak? Hayır eğer bunu istiyorsanız, olurum. Siz ne istediğinizi biliyor musunuz? Ben bilmiyorum mesela. Bazen öyle boş boş halıya bakıyorum yattığım koltuktan sarkık bir şekilde. Sonra “pat” diye yere düşürüyorum kendimi. Bir süre de yerde yatıyorum. Sonra içimdeki annem uyarıyor hasta olacağım konusunda. Kalkıyorum ve tekrar koltuğa yatıyorum. Rahat rahat halıda yatırmıyorsunuz insanı. Size de teessüf ederim. 

Yalnız yazdıkça yazmayı özlediğimi fark ettim. Yazı bambaşka bir yere gidiyor. YAZIYORUM OLEY. ÇATLAYIN PATLAYIN. Nasıl yazıyorum ama? Bakın bir daha. Alın bir daha. Bir dahaaaaaa.

Bu saçma sapan yazı bir kenara, yeniden öyküler yazmak istiyorum aslında. İstemekle olmuyor biliyorum. Bir yazıyı bin kişi istermiş, bir kişi alırmış. Babayı alın efendim. Telefonu “alo” diye açın. Koyunun zıt anlamlısı açık. "Koyun"un değil, "koyu"nun. Ayrıca kapalının da açık. Arkanızı dönüp çıkın. İstenmiyorsunuz artık. İyi akşamlar.