Öğrencilerim her resimlerinde bana değişik değişik yer verdikleri için bir şey merak ettim. Bugün öğrencilerime "Hayalinizdeki beni çizer misiniz?" dedim. Böyle güzel, yaratıcı ve ütopik şeyler çıktı ortaya.
18 Aralık 2014 Perşembe
25 Kasım 2014 Salı
Düzensizim
Düzensiz olup aradığı şeyi hemen
bulan birisi olarak düzensiz olmaktan çok mutluyum. Düzensiz
derken dağınığı kastediyorum tabii ki. Evet dağınığım.
Odamın art arda dağınık olmadığı gün sayısı 4. Evet evet 5.
günde insanların dağınıklık seviyesine geliyorum. Benim
dağınıklık saviyeme ise 15 günde falan geliyorum. O da koltukta
eşyadan oturacak yer kalmamasına tekabül ediyor. Lisede bi
arkadaşım vardı. Aşırı düzenliydi. Kitaplarımızı eve
götürmezdik. Sıramızın altında dururdu. Onun kitapları dümdüz
olurdu hep. Alttan üste doğru küçülürdü kitapların boyutu.
Teneffüslerde kalemini silgisi kitapların yanına koyardı. Onlara
paralel şekilde. Ben o yokken hep bozardım o düzenini. Sonra o
geldiğinde tek tek düzeltişini izlerdim. Kendi sıramın altına
bakardım sonra. İçim huzurla dolardı. Dolabım da hep düzensiz
olurdu benim. Yani düzenledikten bir süre sonra hemen dağılırdı.
Odam gibi.
Düşüncelerim de düzensiz aslında.
Kişi başına düşen kırlent sayısını düşünürken kendimi,
süt dilimi mi alsam süt burger mi alsam, çelişkisinde
bulabiliyorum. Olur olmadık yerlerde olur olmadık şeyleri düşünme
de cabası.
17 Kasım 2014 Pazartesi
Buluşma
Canımın çok yandığını söylemek
için uygun zamanı bekliyordum. Bir ellilik daha istedi barmenden.
Bu içtiği üçüncü ellilik olmasına rağmen hâlâ tuvalete
gitmemiş olması beni şaşırtıyordu. Üçüncü kez kalktım
masadan. Tuvalete gittiğimde aynada beyaz suratımı gördüm.
Normalden daha beyaz. Bembeyaz.
Canım çok yanıyor, dedim.
Normaldir, dedi. Onu evine bıraktım.
Üç hafta önce ayrıldık. Sebebini
ikimizde bilmiyoruz tam olarak. Bir şeyler eksik, dedik hep. Aslında
o dedi. Ben de bir şeylerin eksik olmadığını düşünmeyerek her
seferinde katıldım ona. Ayrıldıktan üç gün sonra yine
buluştuk. El ele tutuşmadık. Öpüşmedik. Sarılmadık bile.
Böyle olursa daha kolay olacağını düşündük. Aslında o
düşündü. Ben her türlü zor olacağını düşünerek katıldım
ona. Ayrıldıktan altı gün sonra yine buluştuk. Onun evine
gittim. Zile basmadan açtı kapıyı. Uyuduk ama ayrı kanepelerde.
"Ben gidiyorum." dedim. "Görüşürüz." dedi.
Giderken zile bastım. Ayrıldıktan dokuz gün sonra yine buluştuk.
Pes oynadık birlikte. Aynı takımda olmadık bu sefer. Bilerek
yenildim. Hiçbir zaman gitmediğimiz bir yere yemek yemeye gittik.
Sürekli gittiğimiz bir yere gidersek eskiye döneceğimizden
korktuk. Aslında o korktu. Ayrıldıktan on iki gün sonra yine
buluştuk. Benim evimde bu sefer. Sırt çantası yoktu omzunda.
Benim evimde her şeyi olmasına rağmen yine de her geldiğinde sırt
çantası olurdu omzunda. Balıklara yem atmadı. Açık kalmış
elbise dolabına laf söylemedi. Televizyonun sesini uydunun
kumandasından açmama bir şey demedi. Ayrıldıktan on beş gün
sonra yine buluştuk. "Siz neden ayrıldınız ya?" diye
sordu Hande. Bu konu hakkında konuşmak istemediğimizi söyledik.
Aslında o söyledi. Ben bu konu hakkında günlerce konuşabilirdim
Hande. Ayrıldıktan on sekiz gün sonra yine buluştuk. Yağmurda
ıslandık biraz. Sahilde oturduk. Çok fazla oturduk. Ayrıldıktan
yirmi bir gün sonra yine buluştuk. Bir daha buluşmayacağımıza
dair söz verdik birbirimize. Aslında o verdi. Ben sadece başımı
salladım. Canımın çok yandığını söylemek için uygun zamanı
bekledim. Bir ellilik daha istedi barmenden. Bu içtiği üçüncü
ellilik olmasına rağmen hâlâ tuvalete gitmemiş olması beni
şaşırttı. Üçüncü kez kalktım masadan. Tuvalete gittiğimde
aynada beyaz suratımı gördüm. Normalden daha beyaz. Bembeyaz.
Yanına gittiğimde, canım çok yanıyor, dedim. Normaldir, dedi.
Onu evine bıraktım.
Bir daha buluşmadık.
27 Ağustos 2014 Çarşamba
Çok sinirliyiz
Bazı insanlara özeniyorum şu hayatta
be. Ne kadar da güzel sinirleniyorlar öyle. Oyuncu gibiler. El
hareketleri, mimikler falan. Sanki bir tiyatro sahnesi. Bilemedin
televizyon dizisi. Kendime bakıyorum. Aslında çok sabırlı
birisiyim. Çok fazla sinirlenmiyorum. Belki de sabretmeye
çalışıyorum. Sinirlenmeyi bilmiyor da olabilirim. Hatırlatayım
biz sinirlenmeyi bilmeyenlerin sinirlenmesi çok pistir. Sinirlendiği
zaman onunla aynı ortamı paylaşmak istemezsiniz. Genelde
eşyalardan çıkarırız sinirimizi. Kendimizden de çıkarırız.
Kelimeler çok ön planda değildir bizim sinirlenmelerimizde.
Anlamsız bağırırız genelde. Edward Norton gibi kendimizi
dövdüğümüz de görülmüştür. Bizim zengin olanlarımız daha
şanslıdır. İstediği gibi telefon fırlatırlar. Biz orta hâlli
kesim mouse, kumanda falan fırlatırız anca. Fakirlerimiz ise
anahtarlık fırlatır. Çok fazla uzun sürmez sinirimiz bizim.
Yalnız kalmayı tercih ederiz biz. Oyuncu değiliz ki birilerinin
bizi izlemesini isteyelim. Ağlamayı da pek beceremeyiz normalde. Bu
sinir anları ağlamak için müthiş fırsattır bizim için.Yalnız ağlamayı çok severiz biz.
9 Temmuz 2014 Çarşamba
8 yaşında bir oyuncakçı
8 yaşında olduğunuzu düşünün. İkinci
sınıfı bitirmişsiniz. Üç aylık yaz tatili sizi bekliyor. Babanız geliyor ve
tatilde bir arkadaşının yanında çalışacağınızı söylüyor. Çok üzülürsünüz değil
mi? Bence bir daha düşünün. Belki üzülmezsiniz.
90’lı yıllarda böyleydi olay. Yaz
tatilinde çalışmak için bir yere verilirdiniz. Bu yer bazen sanayi, bazen
muhasebeci, bazen de oyuncakçı olurdu. Aslında oyuncakçı pek olmazdı ya da
şanslıysanız olabilirdi. Benim gibi. Sıradan bir dükkânda çıraklık yapsanız
kapının önünü süpürme, paspas atma, çay söyleme gibi görevleriniz olurdu. Tamam
bunları da yapıyordum ama çok daha eğlenceli görevlerim de vardı.
Kısa bir alışma döneminden sonra
dükkânın sahibi gibi takılıyordum ortalıkta. Atari kaseti değiştirmeye gelen
çocuklardan da ben sorumluydum. Olay şöyle gelişiyordu. Kişi eski atari
kasetini getiriyordu ve ben dükkândaki kasetleri çocuğa gösteriyordum. Çocuğun
3 kaset seçip deneme hakkı vardı. Ben çocuğun seçtiği 3 kaseti tek tek atariye
takıp oynuyordum. Çocuk beğendiğini alıyordu. Eğer 3’ünden birini beğenmezse ve
değiştirmek istemezse denemeden bi tane kaset alıp gitmek zorundaydı. Bunu
neden anlattım bilemedim ama çok felsefik bir olay gibi geliyor hâlâ bana.
Keşke karpuzları da öyle seçsek.
Bir gün patron bana “Akşamları kovboy
şapkası satmak ister misin?” diye soruyor. Ben de kabul ediyorum. İş çıkışı eve
götürdüğüm 10-15 tane kovboy şapkasını akşamları şehrin en işlek caddesinde
tezgâh açıp satıyorum. Güzel de gelir elde ediyorum. O yaştaki bir çocuk için
efsane bir olay. Müşteriler özel isteklerde bulunuyor. Yarın akşam yine
burdayım abla, diyorum. Onların istediği şapkalardan getiriyorum bir dahaki
akşam. Yavaş yavaş esnaf oluyorum.
Temmuz sıcağının bastırdığı bir öğle
vakti dükkânda patronla miskin miskin otururken 15-16 yaşlarında bir müşteri
giriyor içeri. “Kılıç var mı sizde?” diyor. Patron tam almaya giderken “Pilli
olmasın ama diyor.” patrona. Patron kılıcı getiriyor, eleman inceliyor. “Tamam
alayım ben bunu.” dediği sırada ben oradan atılıyorum “O kılıç pilli ama.”
Patron bi anda kafasını bana çeviriyor “Hayır pilsiz bu diyor.” Ben inat
ediyorum “Pilli o.” diyorum. Patron gözlerini pörtletiyor “Pilsiz.” diyor.
Yerimden kalkıyorum bu sefer “Pilli o ya.” diyerek patronun elinden kılıcı alıp
pil konulan yeri gösteriyorum. Müşteri kılıcı almaktan vazgeçiyor ve dükkândan
çıkıyor. Patronla baş başa kalıyoruz. Bana “Sen neden karışıyorsun? Pilli
olduğunu ben de biliyorum ama bozuk o kılıç, pilsiz diye satacaktık.” diyor.
Ben hâlâ “Ama o pilli.” diyorum. Bana kızmasına dayanamayıp kaçıyorum
dükkândan. Yarım saat sonra geri dönüyorum. “Nerdeydin sen?” diye soruyor.
“Evde bi şeyimi unutmuşum, onu aldım geldim.” diyorum.
Aradan günler geçiyor. Bozuk oyuncakları
tamir ediyoruz. Depodan depoya koşuyoruz. İşten çıkarken istediğim atari
kasetlerini alıp sabah dükkâna geri getiriyorum. Bir gün patron “Şu paraları
bankaya yatırsana.” diyor ve elime siyah bir poşet tutuşturuyor. Akbank dükkâna
yakın. Oraya yatıracakmışım. Bir de kâğıt veriyor elime. Herhâlde hesap numarası
yazıyordur. 8 yaşında bir çocuk olarak bankaya giriyorum. Bekliyorum orada.
Yanıma bir adam yaklaşıyor. EVET O ADAM PARANIN HEPSİNİ ÇALACAK. Yaşlı bir
adam. Bana bankanın üst katında çalıştığını söylüyor. “Bana bakkaldan mendil
alır mısın?” diyor. “Tamam” diyorum. Bu sırada bankanın yan tarafına çıkıyoruz.
Bana demir para veriyor. “Elindeki paralarla yollarda gezme, çalarlar.” diyerek
elimdeki poşeti alıyor. ADAMIN PARAYI ÇALACAĞINI SÖYLEMİŞTİM. Ben bakkala
gidiyorum mendil almaya. Bankaya geri döndüğümde adamı arıyorum. Orada çalışan
başka bir kadına soruyorum. Bankada yaşlı bir adamın çalışmadığını söylüyor
bana. O anda anlıyorum göte geldiğimi. Bankadan çıkıyorum ve eve doğru
ağlayarak koşturmaya başlıyorum. Anneme anlatıyorum başıma gelenleri. Babama ulaşıyoruz
sonra. Patron, ben ve babam karakola gidiyoruz. Bana şu suçluların olduğu
defterleri gösteriyorlar ama adam bulunamıyor. Sonradan öğreniyorum siyah
poşetin için 32 milyon olduğunu. Şimdiki zamanın para değerine eşitlemek
gerekirse 2000 TL civarında bir parayı kaptırıyorum işte.
Daha sonra bi süre daha oyuncakçıda
çalışmaya devam ediyorum. Ses çıkararak sakız çiğneyenlere “Orospu gibi sakız
çiğneme.” dendiğini bu dükkânda öğreniyorum. Bu biraz gereksiz bir bilgi
aslında ama öğreniyorum işte. Hırsızlık olayından sonra esnaf olamıyorum pek.
Sürekli aklıma o geliyor, tam hatırlamıyorum ama yüzüme de vuruluyor olabilir.
Şimdilerde de o dükkândan aldığım ilk haftalıkla anneme domates aldığım aklıma
geliyor. “Çok masum lan.” diyorum. Domates nedir ya? Sonra 8 yaşındaki
çocukları düşünüyorum. Cedric aklıma geliyor. Hemen bir bölüm izliyorum.
4 Mayıs 2014 Pazar
14 sigara
Bu hafta sonu diğer hafta sonlarından farklı olarak daha çok canım sıkılıyor. Kendimi güzel hissetirecek şeylere ihtiyacım olduğunu hissediyorum. Bahsettiğim vücudumun kontrolünü benden alan şeyler değil. Birkaç iltifat, belki kısa bir öpüşme, bilemedin seks. Yani diyorum ki karşı cins ile geçilebilecek herhangi bir temas. Sözlerin ya da bedenin teması. Yazarlar hikâyelerinde hep pakette son sigarasının kaldığından bahsederler ve o son sigarayı özel anları için saklarlar. Benim böyle bir durumum yok. Sayıyorum. Pakette 14 tane sigaram var. Hiç açılmamış olan paket ise hâlâ marketten aldığım torbanın içinde, kim bilir evin neresinde. Pakette 13 sigara kalıyor. Operatör değişikliği sonrasında internet bankacılığı onay mesajının geldiği numaram banka tarafından bloke edilmiş. Müşteri hizmetlerini arıyorum. Güvenliğim dolayısıyla kayda alınacak konuşmamın bir kadınla olması için dua ediyorum. "İyi günler ben Esra, nasıl yardımcı olabilirim?" diyor kadın. "Şey, iyi günler, benim birkaç iltifat, belki kısa bir öpüşme, bilemedin sekse ihtiyacım var. Tabii siz şu anda bana çok uzak olduğunuz için öpüşme ve seks kısmını bir daha tekrarlamayacağım. Neyse bana birkaç iltifat eder misiniz?" demek isterdim ama "Operatör değişikliğinden dolayı internet bankacılığına girişte telefonuma gelen şifre artık gelmiyor." diyorum. "Bilgilerinizi kontrol ediyorum Serkan Bey." diyor. Adımı söylemeden adımla hitap etmesi gereksiz bir şaşkınlık uyandırıyor bende. "Acaba o bilgilerde benim birkaç iltifata, bilemedin kısa bir... Neyse. Yazıyor mu öyle bir şeyler?" diye sormak istiyorum ama sadece "Bekliyorum." diyorum. Benden güvenlik için banka kartımın şifresini istiyor. Hemen söylüyorum ama daha tamamlamadan araya giriyor. "Bana söylemeyin." diyor. Beni farklı bir menüye robot gibi konuşan bir kadına yönlendiriyor. Yönlendirmeden önce yine görüşeceğimizden bahsediyor. Şifremi tuşluyorum ve Esra bana geri dönüyor. "Benimle olmadığın zamanlarda kendini nasıl hissettin?" diye sormak istiyorum. "Blokeniz kaldırılmıştır." diyor. "Yani artık görüşebilecek miyiz?" diyorum. "Pardon anlamadım." diyor. "Ha siktir ya." diyorum. Bu şekilde konuşursam yardımcı olamayacağını söylüyor. Özür diliyorum. Az önce söylediklerimin kendisine karşı olmadığını anlatıyorum. Pakette 12 sigara kalıyor.
14 Nisan 2014 Pazartesi
Gerçek kesit #4
Yine öyle aklıma gelen her şeyi yazdığım bir yazı ile karşınızdayım. Evet oradan oraya hoplamaya hazırım karşim. Çay içiyorum şu anda. Şekersiz çay. Ortamlarda 3 şeker atıyorum dersin. Hani diyorlar ya, çayın tadı şekersiz anlaşılıyor. Yıllardır çayı şekersiz içmeme rağmen ben niye hâlâ böyle düşünemiyorum. Bence şekersiz güzel ama şekerli de güzel. Be nesmeri bade mile, be nesmeri fındı kile, be nesmeri fıstı kile beslerim. Kaju ile beslemem sanırım. Çünkü biz küçükken kaju yoktu. Biz fakirdik değildik yani anne. Fakir dedim de aklıma geldi. Çiçekli yatak örtüleri çok fakir değil mi? Öyle. Anneme hep derdim bunu, biz fakir miyiz, diye. Artık kadın alışmış. Bana nevresim takımı almaya gitmiş, oradaki kadın çiçekli nevresim takımı çıkarınca, bizim oğlan fakir diyor bunlara, demiş. :D Doğruya doğru yani. Doğru parçası ile doğru arasındaki farkı sevmiyorum sanırım, hayır çok gereksiz bir şey değil mi? En az özalt küme kadar gereksiz. Konuyu nasıl özalt kümeye getiririm, diye düşünüyordum ben de. Düşünmüyordum. Düşünebilirdim ama düşünmedim. Üleştirme sayı sıfatı ulan. Ha bu arada bu sıralar insanlar çok fazla kedi istiyor oldular. Sanırım bunda şubat ve martta sevişen kedilerin günümüzde yavaş yavaş doğurmasının etkisi var ya da yok. Kedileri seviyorum. Çünkü çok salak hayvanlar. Geceleri biraz sapıtıyolar. O kadar. Köpekler gibi sürekli bi telaş hâlinde değiller. Köpeklerin de salakları var. Onları da seviyorum. Yani ben salak hayvan seviyorum. Akvaryumdaki balıkları çok fazla sevmiyorum. Ses çıkarmayan hayvan mı olur lan? İnsan arada bi kafayı sudan çıkarır gulug, bulug, bulub falan diye ses çıkarır. Yalnızlık çok zor. Başta sıcak ama alıştıkça üşüyorsun işte. Bi süre çok güzel. Sonra zor. Daha sonra çok zor. Ve daha sonra meme. Edgar Allan Poe'yu anlamıyorum ben pek. Yıllardır okuduğum basit basit şeylerden sonra ağır geliyor olabilir. Özür dilerim Edgar Allan Poe. Özür dilemeli herkes. Ben çok geç öğrendim özür dilemeyi. Teşekkür etmeyi hâlâ öğrenemedim. Pes etmek ise doğuştan bahşedilmiş ruhuma. Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın. Hakception. İnception'ı 7. haftasında sinemada izlemiştim sanırım. Yoksa Avatar mıydı o ya? Karıştı kafam şimdi. Ben bunu düşünürken siz de yazı da kaç tane düzeltme işaretli â kullandığımı sayın. Emel Sayın. Halı. Ümit Sayın. Kaymakamım. Garnizon komutanım. Bugün burada hayatımda ilk kez bir deftere papyon yazdığım günün yıl dönümünde, bu şerefli günde toplanmış bulunmaktayız. Bin atlı geldi papyon yazdı, hepsinin eli birbirinden ayazdı. Günün anlam ve önemini anlatacak olan Nokia Sevenler Derneği Başkanı sayın Konnekşın Pipıl'ı sahneye davet ediyorum. Sevgili blog sakinleri... Alkış... Bugüne kadar hiçbir yazıda bu kadar saçmalamamıştım... Alkış... Yürü be nidaları... Beni affediniz... Devam edemiycem sanırım... Çok teşekkür ederim... Gerçekten...
22 Mart 2014 Cumartesi
Bayburtlu olmanın 15 faydası
1. Herhangi bir taksiciden "Aaa sizin memlekette benim bir akrabam oturuyor." lafını duymazsınız.
2. Memleketinizin bütün ilçelerini ezbere bilirsiniz çünkü 2 tanedir.
3. "De get Bayburt de get Bayburt" türküsünün sözleri size çok anlamlı gelir.
4. Kimse Bayburt'un nesi meşhur bilmediği için memlekete gittiğinizde "Gelirken bana ondan getir." diyemez.
5. Hakan Çalhanoğlu ile gurur duyarsınız.
6. Memleketinizde "Havaalanı şehrin neresine yapılsın?" gibi gereksiz tartışmalara girmezsin.
7. Eğer memleketinizde yaşıyorsanız trafik kazasında ölmezsiniz.
8. Baksı Müzesi diye bir yerin varlığından haberiniz vardır.
9. Çocukken haritadan şehir bulmaca oynarken Bayburt'u bulabilirsiniz.
10. 69 sayısını duyduğunuzda aklınıza ilk önce Bayburt gelir.
11. Eğer memleketinizde yaşıyorsanız Gezi Parkı eylemlerine katılıp ölme ihtimaliniz yoktur.
12. Şehrinizin takımı amatör kümede de olsa koreografi görebilme ihtimaliniz yüksektir.
13. 3. köprü denildiğinde aklınıza Çoruh Nehri gelir.
14. Test çözerken B şıkkına "Bursa mı Bolu mu Balıkesir mi desem?" çelişkisine düşmezsiniz.
15. Size her yer Bayburt'tur.
2. Memleketinizin bütün ilçelerini ezbere bilirsiniz çünkü 2 tanedir.
3. "De get Bayburt de get Bayburt" türküsünün sözleri size çok anlamlı gelir.
4. Kimse Bayburt'un nesi meşhur bilmediği için memlekete gittiğinizde "Gelirken bana ondan getir." diyemez.
5. Hakan Çalhanoğlu ile gurur duyarsınız.
6. Memleketinizde "Havaalanı şehrin neresine yapılsın?" gibi gereksiz tartışmalara girmezsin.
7. Eğer memleketinizde yaşıyorsanız trafik kazasında ölmezsiniz.
8. Baksı Müzesi diye bir yerin varlığından haberiniz vardır.
9. Çocukken haritadan şehir bulmaca oynarken Bayburt'u bulabilirsiniz.
10. 69 sayısını duyduğunuzda aklınıza ilk önce Bayburt gelir.
11. Eğer memleketinizde yaşıyorsanız Gezi Parkı eylemlerine katılıp ölme ihtimaliniz yoktur.
12. Şehrinizin takımı amatör kümede de olsa koreografi görebilme ihtimaliniz yüksektir.
13. 3. köprü denildiğinde aklınıza Çoruh Nehri gelir.
14. Test çözerken B şıkkına "Bursa mı Bolu mu Balıkesir mi desem?" çelişkisine düşmezsiniz.
15. Size her yer Bayburt'tur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)