13 Mayıs 2017 Cumartesi

Profil resimlerinizi Nikaragua bayrağı yapabilecek kadar cesaretiniz var mı?

13 Mayıs 2014te Somada yaşanan “301 madencinin ölümüyle sonuçlanan” olayın adı konusunda karar kıldık mı? Vikipedi “Soma faciası” demiş. “Soma kazası” diyenler var. “Soma cinayeti” diyenlerin sayısı az değil. Olayın üzerinden 17 gün geçtikten sonra yazmıştım: “Bu arada Somayı unutmayalım. Lütfen. Çok kişiyi öldürdüler. Unutuyoruz gibi geliyor bana.” diye. Hep telaşlanıyorum zaten sürekli bir şeyleri unuttuğumuz için. Hadi unutmak sorun değil de aynı şeyleri yaşadığımız zaman hatırlayamamak çok acı verici.

Somadan sonra Facebookta hiç paylaşım yapmamıştım. Profiller karartılmıştı. 301 sayısı vurgulanmıştı. Takım elbiseli adamlar eleştirilmişti. “Bu işin ‘fıtratında’ gerçekten böyle sonlar var mı?” diye tartışılmıştı. Bütün o sürecin hepsini izlemiştim. Lisede dershaneye Somada gittiğim için Soma ve çevresindeki ilçelerden birçok arkadaşım olmuştu. Olaydan sonra da kendileriyle birebir konuştuklarım gerçekten çok etkilenmişlerdi. Yakınlarından, akrabalarından ölenler olmuştu. O yüzden onların acılarının yanında yapacağım paylaşımların anlamsız ve saygısızca olacağını düşündüğüm için susmuştum. Belki saçma olabilir ama hissiyatım tam olarak buydu.

Olayın üzerinden 10 gün geçtikten sonra üniversitedeki eski bir arkadaşımdan mesaj aldım. Mesajında demiş ki “Hakan merhaba, hemen hemen her konuda fikrini belirtmene rağmen Soma olayında bir Manisalı olarak fikrini belirtmedin ve hiç paylaşım yapmadın.” Mesajı defalarca okudum. Dildeki suçlayıcılığı görmem çok zaman almamıştı. Üniversiteden mezun olduktan sonra 3 yılda tek bir diyaloğa girmediğim kişi Facebooktan böyle bir mesaj atmıştı bana. Bu beni bayağı düşündürdü. İnsanlar neden böyle bir beklentiye girmişti? Yaşanan her olaydan sonra sosyal medyada paylaşım yapmadan duygularımızı içimizde yaşamak duygusuzluğumuzu mu gösteriyordu? Vereceğim cevap önemliydi. Facebookta susma sebebimi anlattım. Fikirlerimi çok merak ettiği için Twitterda yazdıklarımın ekran görüntüsünü alıp kendisine yolladım. Özür dilemiş daha sonradan. Twitter kullanmıyormuş. Cevap yazmadım kendisine bir daha. O günden beri de konuşmuyoruz zaten.

Sosyal medya hayatımıza şakalarla, komikliklerle girmişti. 2007den itibaren Facebook, 2010dan itibaren de Twitter medyada sık sık yer edinmeye başlamıştı. Ardından “Nedir bu sosyal medya?” temalı yüzlerce program çekildi. Yüksek takipçili hesap sahipleri bu programlara çağrıldı. Hilal Cebeci, Atilla Taş gibi ününü kaybetmekte olan ünlüler hayatımıza yeniden girdi. Haber sitelerinin bir köşesinde, bazen de tam ortasında ünlülerin sosyal medyada paylaştığı fotoğraflar galeri olarak sergilenmeye başlandı, “Medya nereye doğru gidiyor?” soruları sık sık sorulur oldu. Gezi Direnişi sırasında Twitter’ın en aktif haberleşme aracı olması, tapeler falan derken devletin sosyal medya konusundaki politikasında değişiklikler meydana geldi. Ülkede yer yer sosyal medyaya erişim kısıtlandı ya da kısıtlandığı düşünüldü. Özellikle Gezi Direnişi Twitter için bir milat oldu. O güne kadar sürekli siyaset konuşan bir grup dışında siyasetten uzak duran insanlar, yaşanan olaylardan sonra analiz yapmadan duramaz oldular. Televizyonlarda X, Y, Z kuşakları tartışıldı. Bir yandan da paralı askerler türedi. Twitter bu açıdan küçük kardeş gibi haylaz davranırken Facebook büyük abi olarak seviyesini hep korudu. Kuşak çatışmaları, siyasi görüş farklılıkları sebebiyle paylaşım altı yorumlarda nice akrabalar birbirine küstü, arkadaşlıktan çıkarıldı, yeri geldi engellendi.

Yaşanan siyasi ve toplumsal olayların sosyal medyadaki bir diğer etkisi de “Hani sen ona üzülmüştün ya, buna neden üzülmüyorsun?” sorusu etrafında toplanan tepkiler oldu. Ege Üniversitesindeki karşıt görüşlü öğrenciler arasında çıkan kavga sonucu hayatını kaybeden Fırat Çakıroğlu hakkında yapılan paylaşımlarda da bu olay en üst düzeye ulaştı. Hatırlıyorum da o dönemde sosyal medyada “Neden Fırata üzülmüyorsunuz?”, “İki yüzlüsünüz.” gibilerinden bir sürü paylaşım yapılmıştı. Hatta daha ileri de gidilmişti. O gün bir kez daha anladık ölen insanları yarıştırma huyumuz sosyal medya yüzünden daha da üst boyutlara ulaşmıştı. İnsanlar istiyor ki yaşanan her olayın ardından her insan kendi istediği düzeyde tepki göstersin. Türkiyede yaşanan her acı olaydan sonra sizler de ana sayfanızda “Hadi profil fotosunu Fransa bayrağı yapanlar. Görelim sizleri. Bakalım Türk bayrağı yapabilecek kadar cesaretiniz var mı?” tarzında sitemler görüyorsunuzdur. Bir gün artık bu yorumlara sinirlenip profil fotoğrafımı her gün farklı bir ülke bayrağı yapma kararı almıştım. Neyse ki sinirim çabuk geçmişti.

İnsanlara acı veren, bir grubu üzen olayların yaşandığı günler sosyal medyada sıradan, günlük hayatı içine alan paylaşımlar yapmak pek hoş karşılanmıyor. Eğer komik bir şeyler yazdıysanız zaten vatan hainisiniz. Böyle günlerde büyük bir kesimin “Bu ülkede yaşanmaz gidelim artık.”, “Beyler ben Norveç’e gidiyorum. Gelenler beğensin.” tarzında yaptıkları paylaşımlar en özenilesidir.

ndem dışında yazma terbiyesizliği bazen olayın içerisinde acı olmasa bile gerçekleşebiliyor sosyal medyada. Yine klasik “NASA bilmem nerede su buldu” haberlerinden sonra gündem arayışı içerisindeki Twitter kullanıcısının hoşuna gitmiş olacak ki bu haber, herkes bir anda bu konuyu konuşmaya başlamıştı. Ben de işten yeni gelmiştim. Aklımda bir tweet vardı. Onu yazayım dedim gündemden bağımsız olarak. Aldığım tepki şuydu “NASA su buldu. Sen ne diyorsun hâlâ ya?” Aynen ben ne diyordum? NASA, Marsta su bulmuştu ve ben o suyu hiçe sayarak, hatta NASAyı küçük düşürerek gündemden bağımsız bir şey yazmıştım. Buna dayanamayıp hemen tweeti silmiştim ve Twitterdan çıkış yapmıştım. Ve bütün gün ağlayarak “Özür dilerim NASA, özür dilerim Mars, senden de özür dilerim su.” demiştim.

Yazımın sonuna gelirken söylemek istediklerimi söyledikten sonra tekrar etmek istediğim şeyler var: Somayı unutmayalım. Lütfen. Çok kişiyi öldürdüler. Unutuyoruz gibi geliyor bana. Acılarımızı yarıştırmayalım. Lütfen. Bir şeyleri anlamsızlaştırıyoruz gibi geliyor bana. Ne demişti Nadir Sarıbacak ödülünü alırken: “Muhabbet… Gerçekten… Belki bir duble rakı ya da bir demlik çay. Sadece muhabbet etmek kurtaracak bizi.” Kendinize dikkat edin. Allah analizlerinize zeval vermesin.

Şubat-2016