Yağmurun bile
yağmaktan sıkıldığı bir İstanbul ikindisinde, dükkânın önünde aylak aylak
oturuyordu Ragıp. Yağmur sularının içindeki engellere rağmen ilerlemekte inat
eden bir süpürge otunu izliyordu. Önündeki büyük taşı da atlatırsa müşkül
yolculuğuna uzun bir süre engelsiz devam edecekti süpürge otu. Taşı itmek için
ayağa kalktığı sırada karşı dükkânın sahibi Hayri amca ile yüz yüze geldi.
Hayri amca her gün olduğu gibi “Ben ikindiye gidiyorum oğlum, gelene kadar göz
kulak oluver dükkâna.” dedi. Ragıp da elini kalbine götürüp “Başüstüne”
dercesine kafasını aşağıya doğru eğdi. Bu ikindi ritüeli bittikten sonra
yeniden süpürge otunun olduğu yere doğru yöneldi Ragıp. Fakat süpürge otu büyük
taşın arkasında değildi artık. Suyun akış yönüne doğru görebildiği son noktaya
kadar baktı. Ne yazık ki kendisine haber vermeden yoluna devam etmişti süpürge
otu. Bu olayın burukluğuyla dükkânın önündeki süpürgeden bir ot koparıp, büyük
taşın arkasına koydu. Ardından da taşı yana doğru itti.
Darbeden yeni
çıkmış bir ülkenin, en kalabalık şehrinin, en popüler semtlerinden birinde
esnaflık yapıyordu Ragıp. İstanbul’un yerlilerinden değildi kendisi. Yirmi yıl
önce göç etmiş bir ailenin en küçük çocuğuydu. Babasının vefatından sonra
bakkaliyenin başında o duruyordu. Herkes tarafından sevilen, hakkında kötü söz
duyamayacağınız insanlar vardır ya hani, işte Ragıp da onlardan birisiydi.
Sabahın erken saatlerinde dükkânı açar, akşam ezanından sonra kapatırdı.
Sorulmadıkça konuşmaz, bakılmadıkça selam vermezdi kimselere. İnsanlar onun bu
sessizliğinin sebebini merak eder, kimi zaman kendi aralarında bunu
tartışırlardı. Hatta dayanamayanlar bunu Ragıp’a sorarlardı fakat hiçbir zaman
tatmin edici bir cevap alamazlardı.
Ragıp yalnız
başına oturduğu zamanların büyük çoğunluğunu hayal kurarak geçirirdi. Fakat
hayalleri gerçekleşse, onlara sıkı sıkı sarılacağından şüpheliydi. Hayallerine
bu kadar bağlı bir insanın, değişimlere kapalı oluşu da ruhundaki tezatlığı
ortaya koyuyordu. Bakkaliyenin eski görünümü konusunda arkadaşlarından aldığı
eleştirileri umursamıyordu misal. Kestirme yol açılmasına rağmen her gün eve
eski yoldan gidiyordu. Değişimlere karşı değildi aslında, sadece kabullenmesi
biraz uzun sürüyordu.
Son günlerde
kulağına gelen bir duyum Ragıp’ın sessizliğine sessizlik katmıştı.
Çevresindekilerin “piyango” diye adlandırdığı bu duyum, onu ise içten içe
tedirgin ediyordu. Galata Kulesi restore edilecek, içine tesisler yapılacak ve
halkın ziyaretine açılacaktı. Bu demek oluyordu ki her gün Galata’ya yüzlerce
kişi ziyarete gelecek ve esnafın yüzü gülecekti. Bu duyumu “piyango” olarak
adlandırmalarının da sebebi buydu. Ragıp ise sürekli düşünüyordu. Restore
sırasında ters giden şeyler olacak ve Galata Kulesi artık olmayacaktı. Diyelim
ki restore başarıyla tamamlandı, bu sefer de kuleyi ziyarete gelen insanlar
Galata Kulesi’ne kalıcı zararlar verecekti. Biliyordu Ragıp, geçmişte Galata
Kulesi’nde defalarca yangın çıkmıştı. İşte şimdi ziyarete gelen insanlar bir
yenisini daha çıkaracaktı. Kulenin sekizinci katına gece kulübü yapacaklarmış.
Amaçları besbelli kuleyi yok etmekti. Hezarfen Ahmet Çelebi’nin Galata’dan
Üsküdar’a doğru süzüldüğü efsanesini düşünerek, her gün kuleye en az bir kere
bakıp Üsküdar’a doğru süzülmeyi hayal eden Ragıp, içindeki bu tedirginlikleri
insanlara yansıtmadan, sanki duyumdan hoşnutmuş gibi, Galata Kulesi’nin konusu
her açıldığında sadece gülümsüyordu.
Duyum bir süre
sonra gerçeğe dönüştü. Galata Kulesi’nin etrafına iskeleler kuruldu. İçinden
sürekli makine sesleri duyuldu. Restorenin maliyetine dair gazetelerde bir sürü
şey yazıldı. İçine asansör takılacak denildi. Avrupa’dan asansör beklenildiği
konuşuldu. Yapılacak olan gece kulübünün, kulenin doğasına ne kadar uygun
düşeceği tartışıldı. Tüm bunlar yaşanırken Ragıp artık endişelerini saklayamaz
olmuştu. Çevresindekilere sürekli yapılan çalışmaları kötülüyordu. Her
konuşmayı döndürüp dolaştırıp kuleye getiriyordu. Dükkânın camına tepkisini
dile getiren yazılar ve fotoğraflar asmıştı. Arkadaşları nasıl önceden Ragıp’ın
sessizliğine anlam veremiyorlardıysa, şimdi de gereksiz buldukları bu tepkisine
anlam veremiyorlardı. Onu rahatlatmaya çalıştılar sürekli. “Para toplayıp
psikoloğa götürelim şu çocuğu.” diyenler de oldu, “Bir hocaya okutup
üfletelim.” diyenler de. Dükkânına müşteri olarak gelen, hiç tanımadığı
insanlara bile bu konuyu açtı. Sessizliğiyle meşhur Ragıp, adeta sessiz kaldığı
günlerin acısını çıkarıyordu. Esnaf, teşekkürlerini iletmek için belediye
başkanını ziyaret edeceği zaman onu da çağırdı. O sohbette Ragıp’ın ilk kez
küfür ettiğine şahit olanlar oldu. Gerçi sonradan gitmediğine pişman oldu
Ragıp. “Keşke gidip de yüzüne karşı sövseydim.” deyip durdu.
Kulenin restore
edilişi uzadıkça halk arasında “Kulenin yıkılması an meselesiymiş. O yüzden
durdurmuşlar çalışmaları.”
gibi birtakım dedikodular yayılmaya başladı. “Asansörün altında iki işçi
kalmış. Belediye saklıyormuş. Avrupa eski asansörü yollamış buraya.” diye
konuşanlar bile vardı. Çevresindeki insanlar tüm bu dedikodulardan Ragıp’ı uzak
tutmak istediyse de Ragıp’a bu dedikodular bir şekilde ulaştı.
Ragıp bir cuma
günü dükkânda mal dizerken aşçı Hüseyin’in çırağı “Ragıp abi, Ragıp abi, kuleye
şapka dikiyorlar.” diye bağırarak içeriye girdi. Bu, o gün yaşanacak olayların
fitilini ateşledi. Ragıp bunu duyunca hemen dükkândan çıkıp kuleye doğru
koşturdu. Meydana geldiğinde gerçekten de kuleye külah yerleştirilmekte
olduğunu gördü. Ragıp dışında bütün Galata esnafı oradaydı. Ragıp’ın geldiğini
görünce herkes kuleye bakmayı bırakıp ona doğru çevirdi kafasını. Sadece onun
gözü kuledeydi. Ellerini ağzının iki yanına götürerek “O. çocukları” diye
bağırdı. Ardından bağırmaya devam etti “Size diyorum kuledeki o. çocukları.”
Arkadaşları yanına geldi o sırada. Ragıp’ı sakinleştirmeye çalıştılar. “O ne
lan Karagöz’ün şapkası gibi? O külah var ya hepinize girsin hepinize.” diye
bağırmaya devam etti. Susacak gibi durmuyordu Ragıp. Kuledekiler onu duyuyordu
fakat onunla muhatap olmuyorlardı. Ragıp’ın koluna girdi etrafındakiler. “Sizi
de s.kicem. Bırakın beni.” diye bağırdı Ragıp onlara. Kuleye doğru koşturmaya
başladı. Esnaf da peşinden koşturuyordu. Ragıp çalışmalar için yapılmış,
girişteki yarım metrelik çukuru görmedi koştururken. Ayağı boşluğa denk
gelince, dengesini kaybedip düştü ve kafasını yere çarptı…
Bir süre
hastanede bilinci kapalı şekilde yattı Ragıp. Kendine gelip konuşmaya başladığı
ilk zamanlar annesine “Kule halka açıldı mı?” diye sordu. Annesi başını olumlu
anlamda sallayınca tam olarak orada kararını verdi Ragıp. Yataktan kalktığında
yapacağı ilk iş kuleyi ziyaret etmek olacaktı. Şöyle bir düşündü kendi kendine
“Neden bir Hezarfen de o olmasındı ki?”