27 Kasım 2012 Salı

Hayatın kendisi sınav be karşim

İnsanları teselli etmek ne kadar zor bir şey lan. Bazı insanlar bunu ne kadar güzel beceriyor. Kendime özel güçler enjekte edebilsem 26. sırada bu özelliği tercih ederdim. Yakını ölmüş birisine “Başın sağ olsun kardeş.” “Allah rahmet eylesin.”den öte şeyler söylemesi gerekiyor çünkü bazen insanın. Hadi Hasan abiye dersin böyle ama ya yakın arkadaşınsa bu yakını ölen. Sonuçta çok vakit geçiriyosun onunla. 3 dakikada 1 de “Allah rahmet eylesin.” denmiyo işte. “Allah rahmet eylesin be kardeş.” Aradan 3 dakika geçer “Allah rahmet eylesin ya.” Aradan 3 dakika geçer “Allah rahmet eylesin. Toprağı bol olsun.” falan derken arkadaş kayışı kopartıp “Senin Allah’ını, kitabını…..” diye falan gider diye korkuyorum. Hayır, adamı dinden çıkarıcaz. Neyse konudan kopmayalım. Ölüm çok ağır oldu. Basite indirgeyelim. Sınavı kötü geçmiş arkadaşın mesela. Şimdi ne dicen buna? “Herkese zor booolum.” “Yaaa finale çalışırsın adam gibi.” Yani bunları söylüyorum söylüyorum ama bi sikime yaramıyo sanki . Yaramaz çünkü klişe şeyler. “Ya şu konuma gelebilmek için en az 250 tane sınavdan geçtin sen. Bak onları geçtin diye buradasın zaten. Nolacak bu kötü geçtiyse? Düzeltirsin.” He amk he, iki hesap yaptım diye teselli uzmanı oldum 2 dakikada. İşte böyle boş boş teselli falan ederken sonra ben de sapıtıyorum tabii “Amaaan siktir et be.” diyiveriyorum. Hayır bir gün adamın dayısı ölecek ve ben yine “Amaaan siktir et be.” diyicem. Yakışmayacak yani bana. “Allah rahmet eylesin.” diyip susucam hemen ardından. O yüzden şöyle diyorum ki: Benim çevremde kimse zor duruma düşmesin. Herkesin dersleri güzel olsun. Kimsenin yakını ölmesin. Nenen ölsün. Sarı gelin aman, sarı gelin aman… Suna yarim… :D Ha bu arada: HAYATIN KENDİSİ SINAV BE KARŞİM.

5 Kasım 2012 Pazartesi

Kıssadan gidiyorum

Jimi Hendrix, Jim Morrison, Kurt Cobain… Üst katlarda boş oda. Bence biraz daha kahve. Saat 23.54. Telefon açılmayacak. Evet içeri girerken düşürmüşüm. Ünlü biri değilim ben. Güzel müzik. Pencere.

Kararımı günler önceden verdim. Yine de düşüncelerimi harekete geçirmem için davranışlarımın kontrolsüzlüğünü sağlamam gerek.

“Tek başıma ne kadar içebilirim acaba?”

Boş boş dolaşıyorum sokaklarda ama ne yapacağımı çok iyi biliyorum. Arıyorum ve geliyor. “Ben seni çok sevmiştim biliyor musun?” Gidiyor.

Biraz daha dolaşıyorum sokaklarda ve yine ne yapacağımı çok iyi biliyorum. Arıyorum ve telefonunu açmıyor. Takıldığı mekânları tek tek geziyorum ve onu buluyorum. Telefonunu evde unutmuş. “Ben sana çok güvenmiştim biliyor musun?” Gidiyorum.

Telefonumu unuttum bahanesiyle eve dönüyorum. Annem kapıyı açıyor. “Anne seni çok seviyorum.” Geleceğim.

“Evet evet üst katlarda bir oda istiyorum.”

Kahvem odama geliyor. Onu bile fondip yapmaya kalkıyorum. Saatin daha 23.54 olduğunu görünce sokaklara 18.00’de çıktığım aklıma geliyor. Telefonum çalıyor o sırada. O arıyor. Açmıyorum. Bir daha arıyor. Açmıyorum. Kapı çalıyor. Adamın biri kimliğimi bana uzatıyor. Bir daha arıyor. “Sanırım içeri girerken düşürmüşüm.” diyorum. Kapıyı kapatıyorum. Ünlü biri değilim ben. Telefonu açmıyorum.

Dışarıdan çok güzel bir müzik geliyor kulağıma. Dinliyorum. Saate bakıyorum. Çakmağımı çakıyorum. Üflüyorum. Çakmağımı çakıyorum. Üflüyorum. Çakmağımı çakıyorum. Üflüyorum... 27. kez çakmağımı çakıyorum. Üflüyorum. Oda çok sıcak geliyor. Pencereyi açıyorum. Kendimi bırakıyorum.

1 Kasım 2012 Perşembe

Gergedan yazısı

Ya bilirsiniz ben öyle pek dizi izleyen biri değilimdir. Genelde belgesel izlerim. Bizim evde 1 numaralı kanalda Belgesel TV var hatta. Yani anlıcağınız belgeselle yatar, belgeselle kalkarımdslşjdfsşldsjşlsdhsdlkhsdi (ÇARPILDI)

Bana belgesellerde gördüğün 3 hayvan söyle desem büyük ihtimalle “Aslan, fil, kaplan.” diyeceksin. “Haaaayııır ben demem.” diyor olabilirsin. E o zaman tamam “Yılan, çita, antilop” falan diceksin yani. Anladın mı demek istediğimi? GERGEDAN demeyeceksin.

Şimdi burada gergedanların gergedangiller familyasından geldiğini falan söylemek istemiyordum ama şu –giller olayı çok komik geliyor bana. Hani ülkemizde yerel ağızda kullanım vardır ya bizde “Annem de Sümbül teyzegillere gitti az önce.” deriz. Sümbül teyze ve ailesini kastederiz. Gergedangiller deyince de aklıma o geliyor işte. “Akşam gergedangillere oturmaya gittik, bize taşşak ikram ettiler.”

Neyse konuya dönelim. Bu gergedanlar neden belgesellere çıkmaz? Öncelikle bu öküzler otçuldur. Öküz dedim ama sevgimden dedim yani. Yani anlıcağınız bunların antilop kovalama, geyik gözleme gibi olayları yoktur. İnek gibi otlan dur. Avcı kısmında bi cacık yok işte. Bir de av kısmına bakmak gerekirse o da tam bir hayal kırıklığı. Zaten filden sonra en büyük 2. hayvan bunlar. Yer yer derisinin kalınlığı 5 santime kadar ulaşıyormuş, varın çükünü siz düşünün. Neyse işte bunlar yetmiyormuş gibi bir de boynuz(lar) koymuş Allah bunlara. O da sonradan konulmuş gibi duruyor zaten. Bu kadar iri olmasına rağmen de 40-45 km hızla koşabiliyorlar. Hayır şimdi bu hayvana kim kafa tutacak? Sadece boynuzlarını ele geçirmeye çalışan insanlar… (İĞNELEME YOLUYLA SOSYAL MESAJI DAYADIM)

Nesilleri zaman zaman tükenme ile karşı karşıya kalıyor. Boynuzu çük kaldırıcı bir etkiye sahipmiş insanlarda, boynuzundan çok güzel kılıç sapı oluyormuş, ya abi bu hayvanın çişi için saatlerce bekleyen insanlar mevcutmuş. Çok garip değil mi? Çamur banyosu yapmayı seven hayvanın çişinden medet ummak? Bence garip.

Velhasıl, bu hayvanlara verilen nimetlerle yaşam şekilleri arasında bi uyumsuzluk var. Evrim sürecinde kesin hayvan içinden uzaklaştı bunlar. “Boş ver kanka ya, biz evrilmesek de olur.” dediler kendi aralarında. Yanlışlıkla evrilenler falan oldu. İşler karıştı ve ortaya böyle asosyal canlılar çıktı. Bizim bu saatten sonra yapmamız gereken en azından zaman zaman gergedan diye bir hayvanın varlığını hatırlamak. Neden mi? Çünkü gergedanlar çok yalnız.

Ha bir de küçükken gül dikenini burnumuza yapıştırır gergedan olurduk ya hani, bence biz o zaman çok güzeldik.