15 Temmuz 2017 Cumartesi

Yanlız Yalnışlar

“Bağlaç olan da / de ayrı yazılır aşkım. Lütfen uyan artık. Haydi kendine gel. Bağlaç olan ki ve soru eki olan mi de ayrı yazılır. Sana diyorum Emre. Hey siz de bakmayın öyle. Hiç kimsenin yanında yazım kılavuzu yok mu? Telefon. Şarjım yok. Şarjı olan birisi TDK’nin sitesine girebilir mi? Şarz değil bak, şarj. Aşkım uyan. Yalvarıyorum sana. Herkez değil aşkım, herkes. Son harfi ’s’. Lütfen kendine gel.”

Her şeyi duyuyordum. Sevgilimin çığlıklarını, etraftaki insanların kendi aralarındaki konuşmalarını, trafiğin sesini duyuyordum. Yine de ne gözlerimi ne de ağzımı açabiliyordum. Hoşuma gidiyordu aslında bu durum. Sanırım keyfini çıkarıyordum. Neyin mi?

Aslında her şey bundan 18 yıl önce başladı. Annem ve babam çalıştığı için ben okuldan çıktıktan sonra onlar gelene kadar babaannemde kalırdım. Bir akşam evimize gelen bir telefonla babaannemin hastaneye kaldırıldığını öğrendik. Ardından öldüğünü söylediler bana. Çocuklar ölüme ne kadar üzülebiliyorsa o kadar üzülmüştüm ben de. Artık okul çıkışlarında anneanneme gitmem gerekiyordu. Babaannem ile anneannem aynı mahallede oturduğundan benim için fark eden bir şey olmamıştı. 

Yine bir okul çıkışı anneannemin evindeyken elektrikler kesilmişti. Ödevlerimi bitirmiş, ardından eski kitaplıktaki kitaplara bakıyordum. İşte hayatımın sonrasını şekillendiren hamleyi o gün yapmıştım. Kalın bir yazım kılavuzunu kitaplıktan alıp okumaya başlamıştım. 9 yaşındaydım daha. Yazım kurallarının olduğu yeri anlamayarak okuyordum ve işin garibi bırakamıyordum. Anneannemden kitabı eve götürmek için izin istedim. Annem ve babam kitabı görünce “Sen yeter ki oku da, ne okursan oku.” dediler. Ben senelerce yazım kılavuzunu zaman zaman açıp okudum. Okulda yeni şeyler öğrendikçe yazım kılavuzu daha da anlam kazanıyordu. Lisede edebiyat öğretmenimle “doküman”ın doğru yazımı hakkında iddiaya girip kazandığımda öğretmenim doğru yazımını nereden bildiğimi sormuştu. “Yazım kılavuzu okuyorum.” dediğimde sınıftakiler taşak geçmişti bu cümlemle günlerce. 

Bir süre sonra yazım kuralları bende takıntı hâline gelmişti. Karşımdaki insanın “dinazor” dediğini duyduğumda ona doğrusunun “dinozor” olduğunu söyleyene kadar söylediği hiçbir şeyi dinleyemiyordum. Onun boş bir sayfaya yüzlerce “dinazor” yazdığını düşünüyor ve iyice çıldırıyordum. Tabii insanları uyarmak her zaman kolay olmuyordu. Bunun için birtakım teknikler geliştirmiştim. Karşımdaki “sarmısak” dedikçe, ben cümlesinin büyük bir kısmını tekrarlayıp “sarımsak” diyordum. Karşımdaki “ünvan” dedikçe, ben aynı şekilde defalarca “unvan” diye tekrar ediyordum. 

İnternetle haşır neşir olmaya başladığım dönemlerde TDK’nin tutarsızlıklarını bulup her gün onlara e-posta atıyordum. Yeri geliyor TDK’ye trip de atıyordum. Kısaltmalar dizininde numara kelimesinin kısaltmasını “nu.” yazmalarına rağmen, ana sayfadaki adreslerinde “no.” olarak kullanmaları kanıma dokunuyordu adeta. Eto’o adlı futbolcunun adındaki kesme işaretine benzer işaretin adının “Eto’o kesmesi” olması teklifime cevap verilmemesi bende derin yaralara sebebiyet veriyordu.

Üniversiteye başladığım ilk senemde “yazılı anlatım” dersinin hocası yazım kılavuzundan sınav yapacağını söylediğinde sevinçten yumruğumu sıkmıştım. Siz sinirlendiğinizde yumruğunuzu sıkarsınız ya hani, ben genelde sevinçten sıkarım. Nitekim sınavdan tam puan aldığım için hoca beni özel olarak odasına çağırmıştı. 7 yıldır bu dersi veriyormuş ve bu sınavda ilk kez hiç hata yapmayan bir öğrenciyle karşılaşmış. O da bana bunun sebebini sormuştu. Ben yine lisedeki gibi “Yazım kılavuzu okuyorum.” demiştim. O ise bana bir anasonlu şekeri hak ettiğimi söylemişti.

Seneler geçtikçe yazım kuralları takıntıdan hastalığa doğru ilerlemişti bende. Beklemediğim kişilerin yaptığını gördüğüm yazım yanlışları ağlamama sebebiyet vermeye başlayınca yakın çevrem psikoloğa gitmemi önermişti. Günler öncesinden randevu aldığım psikoloğun kapısındaki kâğıtta “Kendini akıllı sanan herkez aptaldır.” yazısını görünce “z” harfini tükenmez kalemle “s” yapıp eve dönmüştüm. Benden önce onu hiç kimsenin neden düzeltmediğini düşünüp üzülmüştüm. 

Bazı sevgililerim her zaman yanımda oldu bu konu hakkında, bazıları terk etti. Hatta bir tanesi gitmeden önce spreyle evimin duvarına kocaman direkt yazıp sondaki “t” harfinin üzerine çarpı koymuştu. Öğretim üyelerine yaptığı sunumun ortasında “Aşkım direk yazmışsın. Direkt olacak o. Dün akşam söylemiştim ya.” diye bağırdığım için böyle bir eyleme başvurmuştu. Sunumun sonunda söz alıp söyleyebilirdim bunu. Hatamı kabul ediyorum.

Şu anki sevgilim bu konuda beni destekliyor. Zaten “direkt vakası”ndan sonra sevgili seçerken en büyük kriterim de yazım kuralları oldu. Evimin karşısına yeni açılan dükkânın tabelasında gördüğüm bir yazım yanlışı yüzünden ağladığım zaman benimle birlikte ağlamıştı. Dükkânın sahibine yanlışı düzeltmesini söylemek için dükkâna gittiğimde o da yanımda gelip adama atarlanmıştı. Yeni gittiğimiz şehirlerde benimle birlikte kuru yemişçilerin tabelalarına bakıp “Yine ‘kuruyemiş’ yazmışlar. Yine bitişik.” diye somurtması da doğru bir seçim yaptığımı gösteriyor bence.

Bazı arkadaşlarım da bu takıntımdan faydalanıyor. Özellikle blog yazanlar yazılarını yayımlamadan önce son olarak bana okutturup yazım yanlışlarını düzelttiriyorlar. Bazıları atacakları tweet’leri, güncelleyecekleri durumlarını önce bana gönderiyorlar. Birçoğuna cevap olarak TDK’nin internet sitesini yollasam da, kıramadığım insanlar da oluyor. 

Peki ben bu hastalık boyutuna varan takıntı olayından memnun muyum? Buna “Evet” ya da “Hayır” diyemiyorum. Bazen bıktığım ve bu durumdan sıkıldığım zamanlar oluyor. Hatta bir keresinde ajandamın boş bir sayfasına defalarca “Yanlız yalnışları görmekten vazgeçmeliyim.” yazmıştım. 15 dakika sonra o sayfayı ve belki arkadaki sayfalarda da cümlelerin izi çıkmıştır diye 3-4 sayfayı koparıp çöpe atmıştım.

Demem o ki, sanırım ölene kadar böyle bir insan olarak kalacağım. Yine de belli olmaz. Belki yaşım ilerledikçe kendiliğinden sönüp gidecek her şey ya da yaşlılığın getirdiği huysuzlukla insanlara karşı daha kırıcı olacağım. Bilemiyorum. 

Sonunda gözlerimi açabiliyorum. Sevgilim bana sarılıyor. “Beni çok korkuttun aşkım.” diyor. “Benim yüzümden mi oldu?” diye soruyor. Ona gülümsüyorum. “Hayır.” diyorum. Parmağımla caddenin karşısını gösteriyorum. Çünkü caddeye yeni açılmış dükkânın camında büyük harflerle “KARDEŞLER KURU YEMİŞ” yazıyor. Kapısında muhtemelen dükkânın sahibi duruyor. Sevgilim var gücüyle “Senin bu ülkeye dair umutlarımızı yeşertmeye ne hakkın var adam?” diye bağırıyor.

2016-Aralık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder