22 Temmuz 2017 Cumartesi

Külahsız Galata Kulesi

            Yağmurun bile yağmaktan sıkıldığı bir İstanbul ikindisinde, dükkânın önünde aylak aylak oturuyordu Ragıp. Yağmur sularının içindeki engellere rağmen ilerlemekte inat eden bir süpürge otunu izliyordu. Önündeki büyük taşı da atlatırsa müşkül yolculuğuna uzun bir süre engelsiz devam edecekti süpürge otu. Taşı itmek için ayağa kalktığı sırada karşı dükkânın sahibi Hayri amca ile yüz yüze geldi. Hayri amca her gün olduğu gibi “Ben ikindiye gidiyorum oğlum, gelene kadar göz kulak oluver dükkâna.” dedi. Ragıp da elini kalbine götürüp “Başüstüne” dercesine kafasını aşağıya doğru eğdi. Bu ikindi ritüeli bittikten sonra yeniden süpürge otunun olduğu yere doğru yöneldi Ragıp. Fakat süpürge otu büyük taşın arkasında değildi artık. Suyun akış yönüne doğru görebildiği son noktaya kadar baktı. Ne yazık ki kendisine haber vermeden yoluna devam etmişti süpürge otu. Bu olayın burukluğuyla dükkânın önündeki süpürgeden bir ot koparıp, büyük taşın arkasına koydu. Ardından da taşı yana doğru itti.

            Darbeden yeni çıkmış bir ülkenin, en kalabalık şehrinin, en popüler semtlerinden birinde esnaflık yapıyordu Ragıp. İstanbul’un yerlilerinden değildi kendisi. Yirmi yıl önce göç etmiş bir ailenin en küçük çocuğuydu. Babasının vefatından sonra bakkaliyenin başında o duruyordu. Herkes tarafından sevilen, hakkında kötü söz duyamayacağınız insanlar vardır ya hani, işte Ragıp da onlardan birisiydi. Sabahın erken saatlerinde dükkânı açar, akşam ezanından sonra kapatırdı. Sorulmadıkça konuşmaz, bakılmadıkça selam vermezdi kimselere. İnsanlar onun bu sessizliğinin sebebini merak eder, kimi zaman kendi aralarında bunu tartışırlardı. Hatta dayanamayanlar bunu Ragıp’a sorarlardı fakat hiçbir zaman tatmin edici bir cevap alamazlardı.

            Ragıp yalnız başına oturduğu zamanların büyük çoğunluğunu hayal kurarak geçirirdi. Fakat hayalleri gerçekleşse, onlara sıkı sıkı sarılacağından şüpheliydi. Hayallerine bu kadar bağlı bir insanın, değişimlere kapalı oluşu da ruhundaki tezatlığı ortaya koyuyordu. Bakkaliyenin eski görünümü konusunda arkadaşlarından aldığı eleştirileri umursamıyordu misal. Kestirme yol açılmasına rağmen her gün eve eski yoldan gidiyordu. Değişimlere karşı değildi aslında, sadece kabullenmesi biraz uzun sürüyordu.

            Son günlerde kulağına gelen bir duyum Ragıp’ın sessizliğine sessizlik katmıştı. Çevresindekilerin “piyango” diye adlandırdığı bu duyum, onu ise içten içe tedirgin ediyordu. Galata Kulesi restore edilecek, içine tesisler yapılacak ve halkın ziyaretine açılacaktı. Bu demek oluyordu ki her gün Galata’ya yüzlerce kişi ziyarete gelecek ve esnafın yüzü gülecekti. Bu duyumu “piyango” olarak adlandırmalarının da sebebi buydu. Ragıp ise sürekli düşünüyordu. Restore sırasında ters giden şeyler olacak ve Galata Kulesi artık olmayacaktı. Diyelim ki restore başarıyla tamamlandı, bu sefer de kuleyi ziyarete gelen insanlar Galata Kulesi’ne kalıcı zararlar verecekti. Biliyordu Ragıp, geçmişte Galata Kulesi’nde defalarca yangın çıkmıştı. İşte şimdi ziyarete gelen insanlar bir yenisini daha çıkaracaktı. Kulenin sekizinci katına gece kulübü yapacaklarmış. Amaçları besbelli kuleyi yok etmekti. Hezarfen Ahmet Çelebi’nin Galata’dan Üsküdar’a doğru süzüldüğü efsanesini düşünerek, her gün kuleye en az bir kere bakıp Üsküdar’a doğru süzülmeyi hayal eden Ragıp, içindeki bu tedirginlikleri insanlara yansıtmadan, sanki duyumdan hoşnutmuş gibi, Galata Kulesi’nin konusu her açıldığında sadece gülümsüyordu.

            Duyum bir süre sonra gerçeğe dönüştü. Galata Kulesi’nin etrafına iskeleler kuruldu. İçinden sürekli makine sesleri duyuldu. Restorenin maliyetine dair gazetelerde bir sürü şey yazıldı. İçine asansör takılacak denildi. Avrupa’dan asansör beklenildiği konuşuldu. Yapılacak olan gece kulübünün, kulenin doğasına ne kadar uygun düşeceği tartışıldı. Tüm bunlar yaşanırken Ragıp artık endişelerini saklayamaz olmuştu. Çevresindekilere sürekli yapılan çalışmaları kötülüyordu. Her konuşmayı döndürüp dolaştırıp kuleye getiriyordu. Dükkânın camına tepkisini dile getiren yazılar ve fotoğraflar asmıştı. Arkadaşları nasıl önceden Ragıp’ın sessizliğine anlam veremiyorlardıysa, şimdi de gereksiz buldukları bu tepkisine anlam veremiyorlardı. Onu rahatlatmaya çalıştılar sürekli. “Para toplayıp psikoloğa götürelim şu çocuğu.” diyenler de oldu, “Bir hocaya okutup üfletelim.” diyenler de. Dükkânına müşteri olarak gelen, hiç tanımadığı insanlara bile bu konuyu açtı. Sessizliğiyle meşhur Ragıp, adeta sessiz kaldığı günlerin acısını çıkarıyordu. Esnaf, teşekkürlerini iletmek için belediye başkanını ziyaret edeceği zaman onu da çağırdı. O sohbette Ragıp’ın ilk kez küfür ettiğine şahit olanlar oldu. Gerçi sonradan gitmediğine pişman oldu Ragıp. “Keşke gidip de yüzüne karşı sövseydim.” deyip durdu.

            Kulenin restore edilişi uzadıkça halk arasında “Kulenin yıkılması an meselesiymiş. O yüzden durdurmuşlar çalışmaları.” gibi birtakım dedikodular yayılmaya başladı. “Asansörün altında iki işçi kalmış. Belediye saklıyormuş. Avrupa eski asansörü yollamış buraya.” diye konuşanlar bile vardı. Çevresindeki insanlar tüm bu dedikodulardan Ragıp’ı uzak tutmak istediyse de Ragıp’a bu dedikodular bir şekilde ulaştı.

            Ragıp bir cuma günü dükkânda mal dizerken aşçı Hüseyin’in çırağı “Ragıp abi, Ragıp abi, kuleye şapka dikiyorlar.” diye bağırarak içeriye girdi. Bu, o gün yaşanacak olayların fitilini ateşledi. Ragıp bunu duyunca hemen dükkândan çıkıp kuleye doğru koşturdu. Meydana geldiğinde gerçekten de kuleye külah yerleştirilmekte olduğunu gördü. Ragıp dışında bütün Galata esnafı oradaydı. Ragıp’ın geldiğini görünce herkes kuleye bakmayı bırakıp ona doğru çevirdi kafasını. Sadece onun gözü kuledeydi. Ellerini ağzının iki yanına götürerek “O. çocukları” diye bağırdı. Ardından bağırmaya devam etti “Size diyorum kuledeki o. çocukları.” Arkadaşları yanına geldi o sırada. Ragıp’ı sakinleştirmeye çalıştılar. “O ne lan Karagöz’ün şapkası gibi? O külah var ya hepinize girsin hepinize.” diye bağırmaya devam etti. Susacak gibi durmuyordu Ragıp. Kuledekiler onu duyuyordu fakat onunla muhatap olmuyorlardı. Ragıp’ın koluna girdi etrafındakiler. “Sizi de s.kicem. Bırakın beni.” diye bağırdı Ragıp onlara. Kuleye doğru koşturmaya başladı. Esnaf da peşinden koşturuyordu. Ragıp çalışmalar için yapılmış, girişteki yarım metrelik çukuru görmedi koştururken. Ayağı boşluğa denk gelince, dengesini kaybedip düştü ve kafasını yere çarptı…

            Bir süre hastanede bilinci kapalı şekilde yattı Ragıp. Kendine gelip konuşmaya başladığı ilk zamanlar annesine “Kule halka açıldı mı?” diye sordu. Annesi başını olumlu anlamda sallayınca tam olarak orada kararını verdi Ragıp. Yataktan kalktığında yapacağı ilk iş kuleyi ziyaret etmek olacaktı. Şöyle bir düşündü kendi kendine “Neden bir Hezarfen de o olmasındı ki?”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder