23 Nisan 2012 Pazartesi

Fintasfenkinör

Bu bir Atilla ATALAY hikâyesidir. Peki bu hikâyeyi niye buraya koydum? Ben bu hikâyeyi o kadar çok seviyorum ki burada da dursun istedim. Sürekli okuyayım ki bir şeyler öğrenebileyim.

Susmayı önce hangimiz başlattı hatırlamıyorum ama sustuk işte. Şahsen ben güzel susarım. O da fena susmuyor. Oysa söylenecek epey zamanımız var. Yani, artık konuşulacak bir şeyimiz kalmadı zamanımızda diiliz ama ben sözcüklerimi tamire verdim. İçleri boşalmış, anlamları kırılmış. Üzerlerine frekans kirliliği sinmiş.

Öylesine boş boş uçuşuyorlar havada. İçlerinden birkaç tanesini yakalayıp ona söylesem… "Saatlerimiz şu anda, on altı kırk ikiyi gösteriyor, dışarıda, kırkikindi yağmurları yağıyor ve veeee ben sizi çok seviyorum." Ha sittiriyim oradan yaa. İnsan çok değil, bir tanecik sevgi sözcüğü söylemeye kalksa, salak bi program sunucusunun frekansına giriyor.

Ya boş bulunup o benden önce söölerse. Hafif ööle bi hali de var sanki. Demin gözlerini kısıp, burnunu kırıştırarak bişiy sööliycekmiş gibi yaptı. Sakın kızım, sakın ha! Ne güzel susuyoruz şunun şurasında. Hem o mimiği de yapma. Hülya avşar mimiği o. Aslında farkındayım. Arada bir ben de şarkıcı Rafet El Roman’ın sorma neden dediği andaki mimikten yapıyorum. Belki de önceden benim mimiğimdi o. Sonra işyerinden bi teyze ayyy tıpkı ööle yapıyosun dedi. Hıyar teyze. tabi yaa, mimikler de gitti elden ama bunun sonu yok, belki de bu bi paranoyadır. Ne yani uzaylılar gelip gizlice yüz sinirlerimizi ve beynimizin konuşma merkezini mi ele geçirdi şimdi. Hayır. Peki bu nedir? Bilmiyorum. Sadece içimden konuşmak gelmiyor. Şu anda konuşursak kirlenicez sanki. Yer yer mora dönmüş sarılı yeşilli bir şeyler saçıcaz ortalığa.

"Yok canım, selpak istemiyorum, almıyım ben o kağıt mendilden." Git hadi çocuk ya da gitme. Ablanla geyik çevir. Üç saattir konuşmuyoruz. Daral gelmiştir kıza. Sana adını memleketini falan sorsun. Şimdi anlatamıycam ama ben konuşursam, yapışkan bişiy sarıcak ortalığı. Kağıt mendil filan çıkartamaz onu.

"Noolur kağıt mendil al abi"ci çocuk ablasıyla konuşamadan çay bahçesinin garsonu tarafından okkalı bir küfür eşliğinde uzaklaştırıldı. Ben de içimden garsona sövdüm. Aslında yalnızca sevgi sözcükleri değil, arada bir küfür de anlamını yitiriyor.

Ne ki şimdi yani? Oysa ben eskiden,  gizli ya da açıktan küfür edince belli belirsiz bir rahatlama hissederdim. Galiba önce askerde anlamsızlaştı. Erat gazinosunun sota muhabbetlerinde, eğitimde, ranza geyiklerinde, her yerde öyle çok küfürleşiliyordu ki ama içinde hiçbir hınç yoktu. Çok doğalmış gibiydi. Naapıyon bilmemneyine bilmemnaapiim, yanıt da aynı doğallıkta, hiç işte, bilmemneyine bilmemnapiim ama bi dakka. Doğrusu, küfür erbabı, sevgi işine girmiş, salak gazeteci ve televizyonculardan daha yaratıcıdır.

Örneğin; konuşma lan, bitarafımın anteni, kurmakolu vb. gibi küfürlerde enikonu bi incelik, alttan alta tuhaf bi düş gücü var. Birinin ağzının tavanına salıncak kurup sallana sallan abdes bozmayı kim, nasıl düşlemiştir acaba?

Yok ama yok. Küfürün bile daha içten, sahici bi tarafı var gerçekten ama şu anki suskunluğumuzla bir ilgisi yok elbette. yani ben ona sevgimi, duyumsadıklarımı dj terminolojisinin dışında anlatmak için kalkıp sunturlu bi küfür etmiycem herhalde. Kalbimin anteni, yüreğimin kurmakolu. Bööle laflar da olmaz.

Gülmüşüm, düşündüklerimden olmalı. Niye güldün diye sordu ya da ona benzer bir şey söyledi. Dedim ya, o çay bahçesinde sözcük bulunmuyordu. Örtünün üstündekiler, bardak kenarına yapışıp kalmış olanlar başkalarınındı. Önemli diildi. Ben de onları duymuyordum ama  şimdi, deminden beridir ööle güzel susuyordu ki. Biraz önce kurduğu ufacık cümle artık her neyse o; o bile suskunluğunun güzelliğini bozamazdı. İnsana bööle güzel susmayı Psikolog Dr. Acar Zuhal Baltaş çiftinin vücut dili kurslarında, sevgilinizi avucunuzun içine alın konulu telefon hatlarında öğretemezlerdi.

Susuyordu işte be. İlahe gibi susuyordu kız. Hiç bi yerden bakmadan kendi kendine susuyordu. Ardından yine ne var gibisinden gülümseyerek kafasını iki yana salladı.

İçimden bişiy kurtuldu sonra. Neydi bilemedim. Dilimin ucuna doğru yaka yıka ilerlerken, içimin bir yerlerinden yetişip tutamadım. Kulağım ağzımdan çıkacak şeye dikkat kesildi.

Ona “fintasfenkinör” diye bişey sööledim. Bişey işte. Öööle yani. Ne biliyim. Ağzımdan çıkanı kulağım duyduğunda ben kendimce ne demek istediğimi anlamıştım. Peki ya o. Anladı lan. Vallahi anladı.

Rengini çözemediğim gözlerinden tuhaf bir ışık gelip geçti.

Sonra…

Sonra yine sustuk.

Atilla ATALAY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder