8 yaşında olduğunuzu düşünün. İkinci
sınıfı bitirmişsiniz. Üç aylık yaz tatili sizi bekliyor. Babanız geliyor ve
tatilde bir arkadaşının yanında çalışacağınızı söylüyor. Çok üzülürsünüz değil
mi? Bence bir daha düşünün. Belki üzülmezsiniz.
90’lı yıllarda böyleydi olay. Yaz
tatilinde çalışmak için bir yere verilirdiniz. Bu yer bazen sanayi, bazen
muhasebeci, bazen de oyuncakçı olurdu. Aslında oyuncakçı pek olmazdı ya da
şanslıysanız olabilirdi. Benim gibi. Sıradan bir dükkânda çıraklık yapsanız
kapının önünü süpürme, paspas atma, çay söyleme gibi görevleriniz olurdu. Tamam
bunları da yapıyordum ama çok daha eğlenceli görevlerim de vardı.
Kısa bir alışma döneminden sonra
dükkânın sahibi gibi takılıyordum ortalıkta. Atari kaseti değiştirmeye gelen
çocuklardan da ben sorumluydum. Olay şöyle gelişiyordu. Kişi eski atari
kasetini getiriyordu ve ben dükkândaki kasetleri çocuğa gösteriyordum. Çocuğun
3 kaset seçip deneme hakkı vardı. Ben çocuğun seçtiği 3 kaseti tek tek atariye
takıp oynuyordum. Çocuk beğendiğini alıyordu. Eğer 3’ünden birini beğenmezse ve
değiştirmek istemezse denemeden bi tane kaset alıp gitmek zorundaydı. Bunu
neden anlattım bilemedim ama çok felsefik bir olay gibi geliyor hâlâ bana.
Keşke karpuzları da öyle seçsek.
Bir gün patron bana “Akşamları kovboy
şapkası satmak ister misin?” diye soruyor. Ben de kabul ediyorum. İş çıkışı eve
götürdüğüm 10-15 tane kovboy şapkasını akşamları şehrin en işlek caddesinde
tezgâh açıp satıyorum. Güzel de gelir elde ediyorum. O yaştaki bir çocuk için
efsane bir olay. Müşteriler özel isteklerde bulunuyor. Yarın akşam yine
burdayım abla, diyorum. Onların istediği şapkalardan getiriyorum bir dahaki
akşam. Yavaş yavaş esnaf oluyorum.
Temmuz sıcağının bastırdığı bir öğle
vakti dükkânda patronla miskin miskin otururken 15-16 yaşlarında bir müşteri
giriyor içeri. “Kılıç var mı sizde?” diyor. Patron tam almaya giderken “Pilli
olmasın ama diyor.” patrona. Patron kılıcı getiriyor, eleman inceliyor. “Tamam
alayım ben bunu.” dediği sırada ben oradan atılıyorum “O kılıç pilli ama.”
Patron bi anda kafasını bana çeviriyor “Hayır pilsiz bu diyor.” Ben inat
ediyorum “Pilli o.” diyorum. Patron gözlerini pörtletiyor “Pilsiz.” diyor.
Yerimden kalkıyorum bu sefer “Pilli o ya.” diyerek patronun elinden kılıcı alıp
pil konulan yeri gösteriyorum. Müşteri kılıcı almaktan vazgeçiyor ve dükkândan
çıkıyor. Patronla baş başa kalıyoruz. Bana “Sen neden karışıyorsun? Pilli
olduğunu ben de biliyorum ama bozuk o kılıç, pilsiz diye satacaktık.” diyor.
Ben hâlâ “Ama o pilli.” diyorum. Bana kızmasına dayanamayıp kaçıyorum
dükkândan. Yarım saat sonra geri dönüyorum. “Nerdeydin sen?” diye soruyor.
“Evde bi şeyimi unutmuşum, onu aldım geldim.” diyorum.
Aradan günler geçiyor. Bozuk oyuncakları
tamir ediyoruz. Depodan depoya koşuyoruz. İşten çıkarken istediğim atari
kasetlerini alıp sabah dükkâna geri getiriyorum. Bir gün patron “Şu paraları
bankaya yatırsana.” diyor ve elime siyah bir poşet tutuşturuyor. Akbank dükkâna
yakın. Oraya yatıracakmışım. Bir de kâğıt veriyor elime. Herhâlde hesap numarası
yazıyordur. 8 yaşında bir çocuk olarak bankaya giriyorum. Bekliyorum orada.
Yanıma bir adam yaklaşıyor. EVET O ADAM PARANIN HEPSİNİ ÇALACAK. Yaşlı bir
adam. Bana bankanın üst katında çalıştığını söylüyor. “Bana bakkaldan mendil
alır mısın?” diyor. “Tamam” diyorum. Bu sırada bankanın yan tarafına çıkıyoruz.
Bana demir para veriyor. “Elindeki paralarla yollarda gezme, çalarlar.” diyerek
elimdeki poşeti alıyor. ADAMIN PARAYI ÇALACAĞINI SÖYLEMİŞTİM. Ben bakkala
gidiyorum mendil almaya. Bankaya geri döndüğümde adamı arıyorum. Orada çalışan
başka bir kadına soruyorum. Bankada yaşlı bir adamın çalışmadığını söylüyor
bana. O anda anlıyorum göte geldiğimi. Bankadan çıkıyorum ve eve doğru
ağlayarak koşturmaya başlıyorum. Anneme anlatıyorum başıma gelenleri. Babama ulaşıyoruz
sonra. Patron, ben ve babam karakola gidiyoruz. Bana şu suçluların olduğu
defterleri gösteriyorlar ama adam bulunamıyor. Sonradan öğreniyorum siyah
poşetin için 32 milyon olduğunu. Şimdiki zamanın para değerine eşitlemek
gerekirse 2000 TL civarında bir parayı kaptırıyorum işte.
Daha sonra bi süre daha oyuncakçıda
çalışmaya devam ediyorum. Ses çıkararak sakız çiğneyenlere “Orospu gibi sakız
çiğneme.” dendiğini bu dükkânda öğreniyorum. Bu biraz gereksiz bir bilgi
aslında ama öğreniyorum işte. Hırsızlık olayından sonra esnaf olamıyorum pek.
Sürekli aklıma o geliyor, tam hatırlamıyorum ama yüzüme de vuruluyor olabilir.
Şimdilerde de o dükkândan aldığım ilk haftalıkla anneme domates aldığım aklıma
geliyor. “Çok masum lan.” diyorum. Domates nedir ya? Sonra 8 yaşındaki
çocukları düşünüyorum. Cedric aklıma geliyor. Hemen bir bölüm izliyorum.
okuyan herkes bildiği bir oyuncakçıya gitti şu an.yani ben öyle yaptım
YanıtlaSilOkuduğum en tatlı aynı zamanda en trajik anılardan biri.
YanıtlaSilNe güzeel bi 8 yaş :)
YanıtlaSilçok etkilendim bee ..
YanıtlaSil