9 Temmuz 2014 Çarşamba

8 yaşında bir oyuncakçı


8 yaşında olduğunuzu düşünün. İkinci sınıfı bitirmişsiniz. Üç aylık yaz tatili sizi bekliyor. Babanız geliyor ve tatilde bir arkadaşının yanında çalışacağınızı söylüyor. Çok üzülürsünüz değil mi? Bence bir daha düşünün. Belki üzülmezsiniz.

90’lı yıllarda böyleydi olay. Yaz tatilinde çalışmak için bir yere verilirdiniz. Bu yer bazen sanayi, bazen muhasebeci, bazen de oyuncakçı olurdu. Aslında oyuncakçı pek olmazdı ya da şanslıysanız olabilirdi. Benim gibi. Sıradan bir dükkânda çıraklık yapsanız kapının önünü süpürme, paspas atma, çay söyleme gibi görevleriniz olurdu. Tamam bunları da yapıyordum ama çok daha eğlenceli görevlerim de vardı.

Kısa bir alışma döneminden sonra dükkânın sahibi gibi takılıyordum ortalıkta. Atari kaseti değiştirmeye gelen çocuklardan da ben sorumluydum. Olay şöyle gelişiyordu. Kişi eski atari kasetini getiriyordu ve ben dükkândaki kasetleri çocuğa gösteriyordum. Çocuğun 3 kaset seçip deneme hakkı vardı. Ben çocuğun seçtiği 3 kaseti tek tek atariye takıp oynuyordum. Çocuk beğendiğini alıyordu. Eğer 3’ünden birini beğenmezse ve değiştirmek istemezse denemeden bi tane kaset alıp gitmek zorundaydı. Bunu neden anlattım bilemedim ama çok felsefik bir olay gibi geliyor hâlâ bana. Keşke karpuzları da öyle seçsek.

Bir gün patron bana “Akşamları kovboy şapkası satmak ister misin?” diye soruyor. Ben de kabul ediyorum. İş çıkışı eve götürdüğüm 10-15 tane kovboy şapkasını akşamları şehrin en işlek caddesinde tezgâh açıp satıyorum. Güzel de gelir elde ediyorum. O yaştaki bir çocuk için efsane bir olay. Müşteriler özel isteklerde bulunuyor. Yarın akşam yine burdayım abla, diyorum. Onların istediği şapkalardan getiriyorum bir dahaki akşam. Yavaş yavaş esnaf oluyorum.

Temmuz sıcağının bastırdığı bir öğle vakti dükkânda patronla miskin miskin otururken 15-16 yaşlarında bir müşteri giriyor içeri. “Kılıç var mı sizde?” diyor. Patron tam almaya giderken “Pilli olmasın ama diyor.” patrona. Patron kılıcı getiriyor, eleman inceliyor. “Tamam alayım ben bunu.” dediği sırada ben oradan atılıyorum “O kılıç pilli ama.” Patron bi anda kafasını bana çeviriyor “Hayır pilsiz bu diyor.” Ben inat ediyorum “Pilli o.” diyorum. Patron gözlerini pörtletiyor “Pilsiz.” diyor. Yerimden kalkıyorum bu sefer “Pilli o ya.” diyerek patronun elinden kılıcı alıp pil konulan yeri gösteriyorum. Müşteri kılıcı almaktan vazgeçiyor ve dükkândan çıkıyor. Patronla baş başa kalıyoruz. Bana “Sen neden karışıyorsun? Pilli olduğunu ben de biliyorum ama bozuk o kılıç, pilsiz diye satacaktık.” diyor. Ben hâlâ “Ama o pilli.” diyorum. Bana kızmasına dayanamayıp kaçıyorum dükkândan. Yarım saat sonra geri dönüyorum. “Nerdeydin sen?” diye soruyor. “Evde bi şeyimi unutmuşum, onu aldım geldim.” diyorum.

Aradan günler geçiyor. Bozuk oyuncakları tamir ediyoruz. Depodan depoya koşuyoruz. İşten çıkarken istediğim atari kasetlerini alıp sabah dükkâna geri getiriyorum. Bir gün patron “Şu paraları bankaya yatırsana.” diyor ve elime siyah bir poşet tutuşturuyor. Akbank dükkâna yakın. Oraya yatıracakmışım. Bir de kâğıt veriyor elime. Herhâlde hesap numarası yazıyordur. 8 yaşında bir çocuk olarak bankaya giriyorum. Bekliyorum orada. Yanıma bir adam yaklaşıyor. EVET O ADAM PARANIN HEPSİNİ ÇALACAK. Yaşlı bir adam. Bana bankanın üst katında çalıştığını söylüyor. “Bana bakkaldan mendil alır mısın?” diyor. “Tamam” diyorum. Bu sırada bankanın yan tarafına çıkıyoruz. Bana demir para veriyor. “Elindeki paralarla yollarda gezme, çalarlar.” diyerek elimdeki poşeti alıyor. ADAMIN PARAYI ÇALACAĞINI SÖYLEMİŞTİM. Ben bakkala gidiyorum mendil almaya. Bankaya geri döndüğümde adamı arıyorum. Orada çalışan başka bir kadına soruyorum. Bankada yaşlı bir adamın çalışmadığını söylüyor bana. O anda anlıyorum göte geldiğimi. Bankadan çıkıyorum ve eve doğru ağlayarak koşturmaya başlıyorum. Anneme anlatıyorum başıma gelenleri. Babama ulaşıyoruz sonra. Patron, ben ve babam karakola gidiyoruz. Bana şu suçluların olduğu defterleri gösteriyorlar ama adam bulunamıyor. Sonradan öğreniyorum siyah poşetin için 32 milyon olduğunu. Şimdiki zamanın para değerine eşitlemek gerekirse 2000 TL civarında bir parayı kaptırıyorum işte.

Daha sonra bi süre daha oyuncakçıda çalışmaya devam ediyorum. Ses çıkararak sakız çiğneyenlere “Orospu gibi sakız çiğneme.” dendiğini bu dükkânda öğreniyorum. Bu biraz gereksiz bir bilgi aslında ama öğreniyorum işte. Hırsızlık olayından sonra esnaf olamıyorum pek. Sürekli aklıma o geliyor, tam hatırlamıyorum ama yüzüme de vuruluyor olabilir. Şimdilerde de o dükkândan aldığım ilk haftalıkla anneme domates aldığım aklıma geliyor. “Çok masum lan.” diyorum. Domates nedir ya? Sonra 8 yaşındaki çocukları düşünüyorum. Cedric aklıma geliyor. Hemen bir bölüm izliyorum.

4 yorum:

  1. okuyan herkes bildiği bir oyuncakçıya gitti şu an.yani ben öyle yaptım

    YanıtlaSil
  2. Okuduğum en tatlı aynı zamanda en trajik anılardan biri.

    YanıtlaSil
  3. çok etkilendim bee ..

    YanıtlaSil