Susmayı önce hangimiz başlattı hatırlamıyorum ama sustuk
işte. Şahsen ben güzel susarım. O da fena susmuyor. Oysa söylenecek epey
zamanımız var. Yani, artık konuşulacak bir şeyimiz kalmadı zamanımızda diiliz
ama ben sözcüklerimi tamire verdim. İçleri boşalmış, anlamları kırılmış. Üzerlerine
frekans kirliliği sinmiş.
Öylesine boş boş uçuşuyorlar havada. İçlerinden birkaç
tanesini yakalayıp ona söylesem… "Saatlerimiz şu anda, on altı kırk ikiyi
gösteriyor, dışarıda, kırkikindi yağmurları yağıyor ve veeee ben sizi çok seviyorum."
Ha sittiriyim oradan yaa. İnsan çok değil, bir tanecik sevgi sözcüğü söylemeye
kalksa, salak bi program sunucusunun frekansına giriyor.
Ya boş bulunup o benden önce söölerse. Hafif ööle bi hali de
var sanki. Demin gözlerini kısıp, burnunu kırıştırarak bişiy sööliycekmiş gibi
yaptı. Sakın kızım, sakın ha! Ne güzel susuyoruz şunun şurasında. Hem o mimiği
de yapma. Hülya avşar mimiği o. Aslında farkındayım. Arada bir ben de şarkıcı Rafet
El Roman’ın sorma neden dediği andaki mimikten yapıyorum. Belki de önceden
benim mimiğimdi o. Sonra işyerinden bi teyze ayyy tıpkı ööle yapıyosun dedi. Hıyar
teyze. tabi yaa, mimikler de gitti elden ama bunun sonu yok, belki de bu bi
paranoyadır. Ne yani uzaylılar gelip gizlice yüz sinirlerimizi ve beynimizin
konuşma merkezini mi ele geçirdi şimdi. Hayır. Peki bu nedir? Bilmiyorum. Sadece
içimden konuşmak gelmiyor. Şu anda konuşursak kirlenicez sanki. Yer yer mora
dönmüş sarılı yeşilli bir şeyler saçıcaz ortalığa.
"Yok canım, selpak istemiyorum, almıyım ben o kağıt
mendilden." Git hadi çocuk ya da gitme. Ablanla geyik çevir. Üç saattir
konuşmuyoruz. Daral gelmiştir kıza. Sana adını memleketini falan sorsun. Şimdi
anlatamıycam ama ben konuşursam, yapışkan bişiy sarıcak ortalığı. Kağıt mendil
filan çıkartamaz onu.
"Noolur kağıt mendil al abi"ci çocuk ablasıyla
konuşamadan çay bahçesinin garsonu tarafından okkalı bir küfür eşliğinde
uzaklaştırıldı. Ben de içimden garsona sövdüm. Aslında yalnızca sevgi
sözcükleri değil, arada bir küfür de anlamını yitiriyor.
Ne ki şimdi yani? Oysa ben eskiden, gizli ya da açıktan küfür edince belli
belirsiz bir rahatlama hissederdim. Galiba önce askerde anlamsızlaştı. Erat
gazinosunun sota muhabbetlerinde, eğitimde, ranza geyiklerinde, her yerde öyle
çok küfürleşiliyordu ki ama içinde hiçbir hınç yoktu. Çok doğalmış gibiydi. Naapıyon
bilmemneyine bilmemnaapiim, yanıt da aynı doğallıkta, hiç işte, bilmemneyine
bilmemnapiim ama bi dakka. Doğrusu, küfür erbabı, sevgi işine girmiş, salak
gazeteci ve televizyonculardan daha yaratıcıdır.
Örneğin; konuşma lan, bitarafımın anteni, kurmakolu vb. gibi
küfürlerde enikonu bi incelik, alttan alta tuhaf bi düş gücü var. Birinin
ağzının tavanına salıncak kurup sallana sallan abdes bozmayı kim, nasıl
düşlemiştir acaba?
Yok ama yok. Küfürün bile daha içten, sahici bi tarafı var
gerçekten ama şu anki suskunluğumuzla bir ilgisi yok elbette. yani ben ona sevgimi,
duyumsadıklarımı dj terminolojisinin dışında anlatmak için kalkıp sunturlu bi
küfür etmiycem herhalde. Kalbimin anteni, yüreğimin kurmakolu. Bööle laflar da
olmaz.
Gülmüşüm, düşündüklerimden olmalı. Niye güldün diye sordu ya
da ona benzer bir şey söyledi. Dedim ya, o çay bahçesinde sözcük bulunmuyordu.
Örtünün üstündekiler, bardak kenarına yapışıp kalmış olanlar başkalarınındı. Önemli
diildi. Ben de onları duymuyordum ama şimdi,
deminden beridir ööle güzel susuyordu ki. Biraz önce kurduğu ufacık cümle artık
her neyse o; o bile suskunluğunun güzelliğini bozamazdı. İnsana bööle güzel
susmayı Psikolog Dr. Acar Zuhal Baltaş çiftinin vücut dili kurslarında,
sevgilinizi avucunuzun içine alın konulu telefon hatlarında öğretemezlerdi.
Susuyordu işte be. İlahe gibi susuyordu kız. Hiç bi yerden
bakmadan kendi kendine susuyordu. Ardından yine ne var gibisinden gülümseyerek
kafasını iki yana salladı.
İçimden bişiy kurtuldu sonra. Neydi bilemedim. Dilimin ucuna
doğru yaka yıka ilerlerken, içimin bir yerlerinden yetişip tutamadım. Kulağım
ağzımdan çıkacak şeye dikkat kesildi.
Ona “fintasfenkinör” diye bişey sööledim. Bişey işte. Öööle
yani. Ne biliyim. Ağzımdan çıkanı kulağım duyduğunda ben kendimce ne demek
istediğimi anlamıştım. Peki ya o. Anladı lan. Vallahi anladı.
Rengini çözemediğim gözlerinden tuhaf bir ışık gelip geçti.
Sonra…
Sonra yine sustuk.
Atilla ATALAY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder