28 Mayıs 2012 Pazartesi

İbretlik test soruları

Sorular bir 3. sınıf test kitabından alınmıştır.
Volkan DEMİREL
Arda TURAN
Cem YILMAZ
Hamdi ALKAN
Fatih TERİM- Servet, Hamit, Semih
Mehmet ÖZ
Valla pek çıkaramadım ama Denzel WASHINGTON gibi
Ebru GÜNDEŞ
Mustafa TOPALOĞLU
ÖZGÜ NAMAL
Tarkan

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Ben yine de erken çıkıyorum

Sanırım ilk duraktan otobüse binmek gibi bir fantezim var. Hele ki ineceğim yer son duraksa ilk durağın değeri daha da artıyor gözümde. Bugün nedense pek de kalabalık değil otobüs. Her gün bindiğimden farklı bir saatte bindim bugün. İnsanlar bile bir değişik. Neyse ki şoföre karşı bir göz aşinalığım var. Kulaklıklar kulağımda, çantamdan kitabımı çıkarıyorum. Okumaya başlamadan okuduğum ile okumadığım sayfaları karşılaştırıyorum ve okumadıklarımın hanesine bir puan yazıyorum. Türk yazarları çok seviyorum o an için. Sebepsiz yere. Otobüsün yaş ortalaması tahminimce 40. “Beyler ben ineyim isterseniz.” diyesim geliyor. Demeyeceğimden yüzde yüz eminim. Demeyeceğimden yüzde yüz emin olduğum şeyleri desem başıma neler gelir diye düşünme oyunumu oynuyorum işte kendimce. Gözlerimi kapatıp nerede olduğumu tahmin etmece oyunum aklıma geliyor ama onu oynamıyorum. Yarım saattir gidiyoruz. Otobüsün nüfusu yavaş yavaş azalıyor. Yaş ortalamamız 50’lere çıkmış durumda. Kitabıma daldığım 15 dakikanın ardından kafamı kaldırdığımda otobüste benimle birlikte üç kişi kaldığını fark ediyorum. Biri şoför zaten. Burada şoförü saymam gerekir mi acaba diye düşünürken diğer yolcu da iniyor. Şoförle baş başa kalıyoruz. Ben otobüsün en arkasındayım, o ise en önünde. İkimiz bir ikarusun güller açan dalıyız adeta. Aynadan şoföre bakıyorum. Burnunu karıştırıyor. Ben utanıyorum nedense. Sonra bana bir şey diyor ama motorun gürültüsünden duymuyorum. Sonra bana tekrardan bir şey diyor. Ben yine motorun gürültüsünden ne dediğini anlamıyorum. O hâlâ diretiyor. Büyük ihtimalle ikinci söylemesinden sonra her cümlesinin sonuna “Kulağını sikeyim senin.” ekliyor. Yanına gidiyorum. “Acele işin var mı?” diyor. Durup “Bu bir teklif mi?” diyesim geliyor ama demiyorum tabii ki. “Yok abi. Eve gitcem ben.” diyorum. O ne demekse gari. Mezarlığa gidiyoruz şoförle. Beni çocuğunun mezarına götürüyor. Kanserden ölmüş iki yıl önce bugün. Konya Üniversitesinde okuyormuş. Tek çocuğuymuş. Bana çok başarılı olduğundan söz ediyor. Ben söyleyecek bir şey bulamıyorum. Her cümlesinden sonra dönüşümlü olarak “Başınız sağ olsun.” ve “Allah rahmet eylesin.” cümlelerini kullanıyorum. Belki biraz samimi olsak “Ölenle ölünmüyor.” ve “Hayat devam ediyor be abi.” gibi yalancı cümleler de kurardım. Bizi gören çocuklar ellerinde şişeleriyle etrafımızı sarıyorlar. Mezarı suluyorlar. Sanki onların mezara döktükleri su, şoförün gözlerine isabet ediyor. Dua ettikten sonra otobüse geçiyoruz. En arkaya gitmiyorum bu sefer. Şoförün yan tarafına oturuyorum. 15 dakika boyunca hiç konuşmuyoruz yine de. Eve geliyorum. Sabah yeniden okula gidiyorum. Onunla karşılaşayım diye yine okuldan erken çıkıyorum. Sonra yine eve geliyorum. Sabah yeniden okula gidiyorum. Erken çıkıyorum. Eve geliyorum. En öne oturuyorum ve biz hâlâ konuşmuyoruz o günden sonra. Ben yine de erken çıkıyorum.

20 Mayıs 2012 Pazar

Hector tut elimden, gidelim ambulansa

-Sürekli otobüsü kaçırıyorum. Yani hırsız anlamında değil. Geç kalma anlamında kaçırıyorum ve sürekli bir taksiye binip yarı yolda otobüsü yakalıyorum. Yolcuların garip bakışları altında 41 numaralı yerime otururken her seferinde ceketimi çıkartma esnasında dirseğimle yanımdaki adamı dürtüyorum. Yanımdaki adam hiç değişmiyor. Günlerdir aynı adam bana yol arkadaşı oluyor. Sarı saçlı, sarı bıyıklı tahminimce Ege’nin köylerinde doğmuş ve buralarda ne işi var diye düşündüğüm sessiz yol arkadaşım. Yolculuk boyunca tek kelime etmiyor. Çay içiyor ve her seferinde çöpleri cebine sokuşturuyor. Otobüsten inerken koridorda oturduğum için benim ona yol vermem gerekirken sürekli o bana yol veriyor. Otogardan çıkarken havalimanında olduğu gibi ellerinde isimler olan bir sürü insanla karşılaşıyorum ve her seferinde “Hector” yazılı kâğıdın yanında buluyorum kendimi. Kâğıdı 30’lu yaşlarda hoş bir kadın tutuyor. O da yol arkadaşım gibi susuyor. Kadınla el ele yürüyoruz ve bir ambulansa biniyoruz. Ambulansın sireni çalıyor ve hareket ediyoruz. İçeriye nereden girdiğin anlayamadığım bir sürü doktor doluşuyor ve beni soymaya başlıyorlar.

-Tamam oğlum tamam bundan sonrasını anlatma artık. Senin fantezilerine konuk olmak istemiyorum. “Götün açıkta kalmış.” tarzı bir espri ile de karşına çıkmak istemiyorum şimdi. Zaten bir göt her gece açıkta kalıyorsa, ben o işte bir puştluk ararım. Kaç gündür bunu görüyorum demiştin?

-Altı gündür görüyorum. Artık aynı şeylerin olacağını da bildiğim için taksici arabayı kullanırken içimden “Lan acele etme köprünün orada yetişicez nasılsa otobüse.” diyorum. Zaten konuşmaya kalktığımda kimse tepki vermiyor. Aynı şeyler sürekli dönüyor. Ben izleyici gibiyim. Olaylara müdahale edememek de sinirime dokunuyor. Uyanmayı denesem de beceremiyorum.

-Bunun sana ne zararı var peki?

-Bir zararı yok da bu olay normalmiş gibi davranmayı kessene artık. İnsanlar aynı rüyayı ikinci kez gördüğünde anlat anlat bitiremiyorlar. Altı gün oldu diyorum. Hector kim? O kadın kim? Neden her seferinde 41 numara. Egeli yol arkadaşım ya da her nereliyse, o kim? Doktorlar neden beni soyuyor ve karnımı yarıyorlar? İşin garibi bu esnada neden hiç acı çekmiyorum?

Aslında konuşurken bana inanmadığını ve yeni senaryom için denek aradığımı düşünüyordu. Sanırım insanlar bana çeyrek asırdır inanmıyorlar. Her zaman “sen farklısın” yorumlarının arkasına sığınıp onları hayatımdan uzak tutmam ve onlara göre amaçsız ama bana göre yaşama amacım olan senaryolarım bazen gerçekten de beni onlardan farklı mı kılıyor acaba diye düşündürüyor. Ödemem gereken bir faturamın olduğu aklıma geliyor ya da aklıma gelmesini zorunlu kılıyorum ve onun yanından ayrılıyorum. Yolda giderken de kendi melodilerimi yaratıyorum her zamanki gibi: Hector tut elimden, gidelim ambulansa, Hector tut elimden, gidelim ambulansa, 41 numaraya oturma, Egeli ile konuşma, Hector tut elimden, gidelim ambulansa, la la la lay, Hector tut elimden, gidelim ambulansa.

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Remzi Dinlercan-4

-Aloğğğ Remzi. Ben annen. Hiç aramıyosun kaç gündür. Dedim başına bi şey mi geldi bizim oğlanın. Söyle bakalım beyfendi: Neden aramıyosun beni? Kontörün mü yok oğlum yoksa senin. Kontör yollattırayım burdan dayınla.

-Anne benim hattım faturalı.

-Anladım. Faturayı ödeyemedin sen. Kaç para geldi? Hadi söyle, söylerim dayına yatırır para hemen. Ah benim saf çocuğum. Niye söylemiyosun ki bunu? Ben senin annenim. Bana söylemezsen kime söylüceksin. Biz de genç olduk yavrum. Para bu, su gibi gidiyor. Hele gençlik zamanlarında. Bizim eski mahalleyi biliyorsun deme? Heh orada karakol var ya şimdi. Orası eskiden pastaneydi. Burhan amcanlar var ya, senin arkadaşının dedesi. Heh işte, onlar işletiyordu pastaneyi. Bizim bi kız grubumuz vardı. Çıkmazdık ordan. Babanla da orada tanıştık zaten.

-Elli kere anlattın anne.

-Remzi oğlum sen benimle konuşmak istemiyo musun? Yani açık açık söyle. Senin canın bi şeye mi sıkkın? Oğlum paraysa sorunun cidden düşünme onu. Yarına kadar hesabına yatar. Kız meselesi mi yoksa? Adı ne? Okuyo mu napıyo? Feysfuktan yolla da bakayım resmine. İlla ben mi sorucam bunları ama sana. Senin anlatman lazım böyle şeyleri. Sonuçta ben de kadınım. Yardım ederim sana. Ne zaman tanıştınız? Yoksa internetten mi buldun? Bak oğlum her gün görüyoruz televizyonda. Tuzaktır onlar. Acele etme böyle işlerde. Memlekete gel bi hele. Buradan da buluruz sana.

-Anne kız falan yok ya, valla billa yok.

-Ah benim şaş çocuğum. Hiç yalan söylemeyi de beceremez. Bu arada zil çalıyo Remzi. Melahat teyzendir. Güne gidicez de. Sonra yine konuşuruz. Kızın resmini yollamayı unutma ha. Hadi öptüm yavrum. Aceleci olma sakın.

-Tamam anne. Kendine iyi bak.