13 Mayıs 2014’te
Soma’da yaşanan “301
madencinin ölümüyle sonuçlanan” olayın adı konusunda karar kıldık mı? Vikipedi
“Soma faciası”
demiş. “Soma kazası” diyenler var. “Soma cinayeti” diyenlerin sayısı az değil.
Olayın üzerinden 17 gün geçtikten sonra yazmıştım: “Bu arada Soma’yı unutmayalım. Lütfen. Çok kişiyi öldürdüler. Unutuyoruz
gibi geliyor bana.” diye. Hep telaşlanıyorum zaten sürekli bir şeyleri
unuttuğumuz için. Hadi unutmak sorun değil de aynı şeyleri yaşadığımız zaman
hatırlayamamak çok acı verici.
Soma’dan sonra
Facebook’ta hiç paylaşım
yapmamıştım. Profiller karartılmıştı. 301 sayısı vurgulanmıştı. Takım elbiseli
adamlar eleştirilmişti. “Bu işin ‘fıtratında’ gerçekten böyle sonlar var mı?”
diye tartışılmıştı. Bütün o sürecin
hepsini izlemiştim. Lisede dershaneye Soma’da gittiğim için
Soma ve çevresindeki ilçelerden birçok arkadaşım olmuştu. Olaydan sonra da
kendileriyle birebir konuştuklarım gerçekten çok etkilenmişlerdi.
Yakınlarından, akrabalarından ölenler olmuştu. O yüzden onların acılarının
yanında yapacağım paylaşımların anlamsız ve saygısızca olacağını düşündüğüm için susmuştum. Belki saçma
olabilir ama hissiyatım tam olarak buydu.
Olayın üzerinden 10 gün geçtikten sonra üniversitedeki eski bir
arkadaşımdan mesaj aldım. Mesajında demiş ki “Hakan merhaba, hemen hemen her
konuda fikrini belirtmene rağmen Soma olayında bir Manisalı olarak fikrini
belirtmedin ve hiç paylaşım yapmadın.” Mesajı defalarca okudum. Dildeki
suçlayıcılığı görmem çok zaman almamıştı. Üniversiteden mezun olduktan sonra 3
yılda tek bir diyaloğa girmediğim kişi Facebook’tan böyle bir mesaj atmıştı bana. Bu beni bayağı düşündürdü.
İnsanlar neden böyle bir beklentiye girmişti? Yaşanan her olaydan sonra sosyal
medyada paylaşım yapmadan duygularımızı içimizde yaşamak duygusuzluğumuzu mu
gösteriyordu? Vereceğim cevap önemliydi.
Facebook’ta susma sebebimi
anlattım. Fikirlerimi çok merak ettiği için Twitter’da yazdıklarımın ekran görüntüsünü alıp kendisine
yolladım. Özür dilemiş daha
sonradan. Twitter kullanmıyormuş. Cevap yazmadım kendisine bir daha. O günden
beri de konuşmuyoruz zaten.
Sosyal medya hayatımıza şakalarla, komikliklerle girmişti. 2007’den itibaren Facebook, 2010’dan itibaren de Twitter medyada
sık sık yer edinmeye başlamıştı. Ardından “Nedir bu sosyal medya?” temalı
yüzlerce program çekildi. Yüksek takipçili hesap sahipleri bu programlara
çağrıldı. Hilal Cebeci, Atilla Taş
gibi ününü kaybetmekte olan ünlüler hayatımıza yeniden girdi. Haber sitelerinin
bir köşesinde, bazen de tam ortasında ünlülerin sosyal medyada paylaştığı
fotoğraflar galeri olarak sergilenmeye başlandı, “Medya nereye doğru gidiyor?”
soruları sık sık sorulur oldu. Gezi Direnişi sırasında Twitter’ın en aktif
haberleşme aracı olması, tapeler falan derken devletin sosyal medya konusundaki
politikasında değişiklikler meydana geldi. Ülkede yer yer sosyal medyaya erişim
kısıtlandı ya da kısıtlandığı düşünüldü. Özellikle Gezi Direnişi Twitter için bir milat oldu. O güne kadar
sürekli siyaset konuşan bir grup dışında siyasetten uzak duran insanlar,
yaşanan olaylardan sonra analiz yapmadan duramaz oldular. Televizyonlarda X, Y,
Z kuşakları tartışıldı. Bir yandan da paralı askerler türedi. Twitter bu açıdan
küçük kardeş gibi haylaz davranırken Facebook büyük abi olarak seviyesini hep
korudu. Kuşak çatışmaları, siyasi görüş farklılıkları sebebiyle paylaşım altı
yorumlarda nice akrabalar birbirine küstü, arkadaşlıktan çıkarıldı, yeri geldi
engellendi.
Yaşanan siyasi ve toplumsal olayların sosyal medyadaki bir diğer
etkisi de “Hani sen ona üzülmüştün ya, buna neden üzülmüyorsun?” sorusu
etrafında toplanan tepkiler oldu. Ege Üniversitesindeki karşıt görüşlü
öğrenciler arasında çıkan kavga sonucu hayatını kaybeden Fırat Çakıroğlu hakkında
yapılan paylaşımlarda da bu olay en üst düzeye ulaştı. Hatırlıyorum da o
dönemde sosyal medyada “Neden Fırat’a üzülmüyorsunuz?”, “İki
yüzlüsünüz.” gibilerinden bir sürü paylaşım yapılmıştı. Hatta daha ileri de
gidilmişti. O gün bir kez
daha anladık ölen insanları yarıştırma huyumuz sosyal medya yüzünden daha da
üst boyutlara ulaşmıştı. İnsanlar istiyor ki yaşanan her olayın ardından her
insan kendi istediği düzeyde tepki göstersin. Türkiye’de yaşanan her acı olaydan sonra sizler de
ana sayfanızda “Hadi profil fotosunu Fransa bayrağı yapanlar. Görelim sizleri.
Bakalım Türk bayrağı yapabilecek kadar cesaretiniz var mı?” tarzında sitemler
görüyorsunuzdur. Bir gün artık bu yorumlara sinirlenip profil fotoğrafımı her gün
farklı bir ülke bayrağı yapma kararı almıştım. Neyse ki sinirim çabuk geçmişti.
İnsanlara acı veren, bir grubu üzen olayların yaşandığı günler
sosyal medyada sıradan, günlük hayatı içine alan paylaşımlar yapmak pek hoş
karşılanmıyor. Eğer komik bir şeyler yazdıysanız zaten vatan hainisiniz. Böyle
günlerde büyük bir kesimin “Bu ülkede yaşanmaz gidelim artık.”, “Beyler ben
Norveç’e gidiyorum. Gelenler beğensin.” tarzında yaptıkları paylaşımlar en
özenilesidir.
Gündem dışında
yazma terbiyesizliği bazen olayın içerisinde acı olmasa bile gerçekleşebiliyor
sosyal medyada. Yine klasik “NASA bilmem nerede su buldu” haberlerinden sonra
gündem arayışı içerisindeki Twitter kullanıcısının hoşuna gitmiş olacak ki bu haber, herkes bir
anda bu konuyu konuşmaya başlamıştı.
Ben de işten yeni gelmiştim. Aklımda bir tweet vardı. Onu yazayım dedim
gündemden bağımsız olarak.
Aldığım tepki şuydu “NASA su buldu. Sen ne diyorsun hâlâ ya?” Aynen ben ne
diyordum? NASA, Mars’ta su
bulmuştu ve ben o suyu hiçe sayarak, hatta NASA’yı küçük düşürerek gündemden
bağımsız bir şey yazmıştım. Buna dayanamayıp hemen tweeti silmiştim ve Twitter’dan çıkış yapmıştım. Ve bütün gün
ağlayarak “Özür dilerim NASA,
özür dilerim Mars, senden de özür dilerim su.” demiştim.
Yazımın sonuna gelirken söylemek istediklerimi söyledikten sonra tekrar etmek istediğim şeyler var: Soma’yı unutmayalım. Lütfen. Çok kişiyi öldürdüler. Unutuyoruz gibi geliyor bana. Acılarımızı yarıştırmayalım. Lütfen. Bir şeyleri anlamsızlaştırıyoruz gibi geliyor bana. Ne demişti Nadir Sarıbacak ödülünü alırken: “Muhabbet… Gerçekten… Belki bir duble rakı ya da bir demlik çay. Sadece muhabbet etmek kurtaracak bizi.” Kendinize dikkat edin. Allah analizlerinize zeval vermesin.
Yazımın sonuna gelirken söylemek istediklerimi söyledikten sonra tekrar etmek istediğim şeyler var: Soma’yı unutmayalım. Lütfen. Çok kişiyi öldürdüler. Unutuyoruz gibi geliyor bana. Acılarımızı yarıştırmayalım. Lütfen. Bir şeyleri anlamsızlaştırıyoruz gibi geliyor bana. Ne demişti Nadir Sarıbacak ödülünü alırken: “Muhabbet… Gerçekten… Belki bir duble rakı ya da bir demlik çay. Sadece muhabbet etmek kurtaracak bizi.” Kendinize dikkat edin. Allah analizlerinize zeval vermesin.
Şubat-2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder